top of page
  • Ünal GÜL

Milgem Projesi Nasıl Doğdu?

Sayın Mustafa ÖZBEY yazdı

Bugün gurur duyarak andığımız MİLGEM Projesi ile ilgili başlangıç tarihi olarak 2003-2005 yılları akılda kalmıştır. O dönemde Deniz Kuvvetleri Komutanı olarak görev yapan Oramiral Özden Örnek’in, projenin başarıya ulaşmasındaki eşsiz katkısı, tarihe bir not olarak düşmüştür.


Ancak, tarihe düşen bu şerefli notun öncesini de paylaşarak, bu muhteşem projenin tarihsel bütünlüğüne katkıda bulunmak, proje ile ilgili görev ve bilgi sahibi kişilerin, bunları toplumla paylaşmalarını da, bir sorumluluk gereği olduğunu düşünüyorum.


Arka arkaya Suriye’de icra edilen Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Harekâtlarında, TSK’lerinin büyük bir yetkinlikle kullandığı silah sistem ve harp gereçlerinin çok büyük bölümünün, “Yerli/Milli” ürünler olduğunu halkımız, gurur duyarak ve belki de ilk defa, bu kadar güncel bir bilgi olarak öğendi. Biz emekli TSK mensupları da, bu gelişmeden çok büyük kıvanç duyduk. Çünkü emperyalizmin değişmeyen kurgusunun, bir ülkenin savunma gücünün; hem insan kaynakları hem de, materyal kaynaklarının kontrolünü elinde bulundurmak olduğunu; meslek tecrübemiz bize acı örneklerle göstermişti.


TSK içine yerleştirilen FETÖ yapısı, bunun insan kaynakları ile ilgili hain bölümü olarak, zihnimizde tazeliğini koruyor.


TSK’nin materyal kaynakların kontrol altında tutulmasında da; Türkiye’nin emperyalizme bağımlılığını sürdürmesi için akla gelebilecek her türlü hain tuzağın, belki format değiştirerek, ama sürekli gündemde tutulduğu günler asla unutulmamalıdır.


Ben; bu tuzakları algılama ve farkına vardığında da bunlarla ilgili mücadele etme imkânı bulduğum bir meslek dönemi içinde görev yaptığım için, kendimi şanslı sayıyorum. Çünkü deniz görevleri dışında atandığım görevlerin tamamı, silah sistemleri tedarik süreçleri ile ilgili görevlerdi.


Bu yazıyı; kendi meslek yaşamımda bulunduğum bu süreçler üzerinden ilerleterek, “MİLGEM Projesi Nasıl Doğdu?” noktasına getirmenin, okuyucu için daha anlaşılır olacağını düşünüyorum.


MİLGEM Projesine hak ettiği tarihi önemi kayıtlara geçirebilmek için; Türkiye’nin son yarım yüzyıldaki savunma sanayii evreleri ibretle incelenmelidir. Bu nedenle, MİLGEM projesinin şekillendiği çok zor ekosistemin çok iyi anlaşılması, ulaşılan başarıyı daha da belirgin kılacaktır.


Brüksel’deki NATO Uluslararası Askeri Karargâhta “Kuvvet Planlama Şubesi”nde 1984-1987 yılları arasında yaptığım görev bana, diğer ülkelerin kuvvet planlama süreçlerini nasıl yönettiklerini gözlemleme ve ders çıkarma fırsatı verdi.


Pek çok bilinen fonksiyonu dışında NATO’nun temel işlevinin; küresel dev silah pazarı için üye ülkelerin kendi ulusal şirketlerinin önünü açacak temel yapı taşlarını döşemek olduğunu gördüm. Bu yönden bakıldığında NATO denilen yapı; başta ABD olmak üzere, savunma sanayisi ve teknolojisi gelişmiş olan ülkeler ile tedariklerini bunlardan yapmaya mahkûm edilmiş ülkelerden oluşuyordu.


Küresel silah pazarının “Batı Kampı “nın konsept geliştirme, standardizasyon, karşılıklı çalışabilirlik gibi temel ilke ve parametreleri, NATO’da var olan onlarca çalışma guruplarında oluşturuluyordu. Türkiye, bu çalışma guruplarında adeta yok gibiydi. Bazı çalışma gurubu süreçlerine katılım ise, aktif katkı içinde olmak yerine genelde bilgi edinme amaçlı oluyordu. Yani Türkiye olarak, NATO’nun dev savunma sistemleri yapılanmasının mutfağında değil; bu mutfakta üretilen silah ve sistemlerin müşteriye sunulduğu “pazarda” yer alıyorduk. Bu üzüntü veren duruma gerekçe ararken bir gerçeği de teslim etmemiz uygun olacaktır. Türkiye; o dönemde bu çalışma guruplarına katkı sunabilecek yeterli akademik, teknik birikim ve alt yapıya da hem asker hem de sivil unsurları ile hazır değildi.


NATO üyesi olmanın Türkiye’yi; Mustafa Kemal Atatürk’ün; “bir ülkenin bağımsızlığının güvencesi, ancak kendi ulusal yetenekleri ve kaynaklarıdır” ülküsünden nasıl uzaklaştırmış olduğunu, yeni görevim acı bir şekilde hatırlattı.


Bu görevden hemen sonra, Genelkurmay Plan Prensip Başkanlığı, Kuvvet Plan Program Şube Müdürlüğüne atanmam, benim için temel sorunların teşhis ve giderilmesi yönünde önerilerde bulunmak için büyük bir fırsat yarattı.


1987-1990 yılları arasında yaptığım bu görev ile ilgili gözlemlerim çok özet olarak şöyle idi:


·         Karar vericiler, dışa bağımlı tedarik yapısından memnun değiller. Ancak, sürekli ve bilinçli olarak yaratılan “acil tehdit” algısı, karar vericileri, hazır alım odaklı kararlara yöneltiyor.

·         Tedarik zincirinin üzerinde etkili olan dış güçler, karar vericilere kolaylıkla ulaşabiliyor ve etkileyebiliyorlar.

·         Görev süreleri ortalama iki yıl ile sınırlı olan karar vericiler; geleceği belirsiz, AR-GE odaklı projeleri benimsemek yerine, kendi dönemlerinde hemen tedarik edilecek hazır sistemleri tercih ediyorlar.

·         Savunma sanayiini geliştirmek üzere kurulmuş olan Savunma Sanayii Müsteşarlığı, Kuvvet Komutanlıkları tarafından bu amacından uzaklaştırılarak hazır alım, için bütçe dışı kolay harcama yapılabilen bir kaynak olarak kullanılıyor.

·         Özel Sektörde Savunma Sanayi oluşumu için heves var ama yatırım iklimi yok. Özel sektör girişimcileri önlerini göremiyor. Bu nedenle, girişimciler, AR-GE odaklı uzun vadeli, yüksek riskli proje geliştirmek yerine, yurt dışında üretim yapan firmaların ürünlerini, lisansla Türkiye’de üretmeyi daha tercih edilebilir buluyor.

·         Stratejik Hedef Planında öngörülen Kuvvet hedefleri ile On Yıllık Tedarik Programlarının örtüşme oranı % 10’lar mertebesinde. Yani sapma oranı, kabul edilemeyecek düzeyde.

·         Buna karşın, bütçede Genel Kurmay Başkanlığı olarak komutan yetkisi ile harcamak için ayrılan para miktarı, bütçenin %40’ı civarında. Yani, hedef odaklı harcama disiplini tamamen yok olmuş. Genelkurmay Başkanları ulufe dağıtır hale gelmiş.

·         Yıllık bütçe uygulaması, büyük maliyetli projelerin genel Milli Savunma bütçesi içinden finansmanını mümkün kılmıyor. Bu sorunu aşmak için benimsenen dış kredi odaklı tedarik ise, özgün yerli/milli projeleri geliştirmenin önündeki en büyük engeli oluşturuyor.

·         Türk Silahlı Kuvvetleri Güçlendirme Vakfı bünyesinde kurulan ASELSAN ve benzeri firmaların desteklenmesi yerine, bunların üretimi pahalı bulunup, yabancı alımlara yönelme eğilimi ağır basıyor.

·         Genelkurmay Başkanlığında AR-GE odaklı çalışmalar yapmak üzere kurulmuş olan Savunma Araştırma Dairesi, basit geriye mühendislik projeleri dışında, heyecan yaratacak etkiye sahip değil. Deniz Kuvvetleri’nin TÜBİTAK ile geliştirdiği birkaç proje dışında Kuvvet Komutanlıklarında AR-GE eko kültürü adeta yok.

·         Türkiye’de lisansla yapılan üretimlerin sözleşmeleri, yetenek kazanmak değil, ürün tedarik etmek üzere hazırlanıyor. Bu sözleşmelerde bulunan Off-Set şartları, yeni yeteneklerin kazanılması ve AR-GE kültürü geliştirebilmek için çok büyük bir fırsat olarak görülmesi gerekirken, tamamen bu amaç dışında kullanılarak sorumsuzca heba ediliyor.

·         Özetle, bireysel iyi niyetli çabalar, milli sistemlerin teşvik edilip mutlaka desteklenmesi yönünde tam bir kurumsal seferberliğe henüz dönüşmemiş.

Bu görevde bulunduğum üç yıl boyunca, yukarıda değindiğim sorunları gidermek için çok önemli iyileştirmeler yapılmasına rağmen, hazır alım kültürü maalesef tamamen kırılamadı.

·         MİLGEM Projesi, işte bu ekosistem içinde adeta kendini yoktan var etti ve diğer kuvvetler için de, bir deniz feneri gibi rehber oldu. En karmaşık sistemler ve bunların tasarım ve entegrasyonu gibi dev bir proje paketinin MİLGEM Projesi ile başarıya ulaşması, yalnız Deniz Kuvvetlerimiz için değil; TSK ve hatta ülkemiz için tarihi bir kırılma noktası ve kilometre taşıdır.

·         Türk Deniz Kuvvetlerini diğer kuvvetlerden daha farklı kılan ve böyle büyük bir projeye soyunacak özgüvene ulaştıran unsurlar arasında; geçmişte yaptığı gemilerden kalan çok değerli alt tasarım, üretim, GENESIS gibi entegrasyon tecrübesi ile çok değerli, yüksek nitelikli, inançlı teknik personelin varlığı önemle not edilmelidir.

·         Tekrar MİLGEM’in doğuşuna geri dönelim. 1990-2000 yıllarında 4.ncü Muhrip Filotilla Komodoru olarak görev yaptığım dönemin son aylarında Donanma Komutanı Oramiral Vural Bayazıt beni çağırarak; “Bu yıl amiralliğe terfi edersen, tayin yerin belli. Deniz Kuvvetleri Plan Prensipler Başkanı olarak Ankara’ya geleceksin. Bu tedarik sistemini daha fazla sürdüremeyiz. Gerçek manada kendi milli gemimizi tasarlayıp başarı ile Donanmamıza katmamız şarttır. Bu konu üzerinde ön hazırlıklarını yaparsın.”


Evet, MİLGEM Projesinin ilk direktifi bu şekilde verilmişti. Bu konuşmadan kısa bir süre sonra, Tuğamiral rütbesine terfi ederek, Deniz Kuvvetleri Plan Prensipler Başkanı olarak göreve başladım.


1992 yılını önemli yapan hususlardan biri, 1982 yılında imzalanan Uluslararası Deniz Hukuku sözleşmesinin ülkelerin parlamentolarından yeterli onayı almış olması nedeniyle, resmen yürüğe girecek olmasıydı. Görevi teslim edecek Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral İrfan Tınaz; ABD’nden alınacak gemiler için henüz envanterden çıkmamış Perry Sınıfı gemilerin beklenmesi görüşündeydi.


Ayrıca, ABD’nin bu gemileri verip vermeyeceği henüz kesin değildi. Oramiral Bayazıt ise, Yunanistan’la genel güç dengesinde bir zaaf yaşanmaması için, Perry Sınıfı Fırkateynleri beklemek yerine, bu geçiş döneminde, envanterden çıkacak olan Knox Sınıfı gemilerin ABD’nden tedarikini uygun görüyordu.


Oramiral Bayazıt’ın göreve başlamasından kısa bir süre sonra, TCG Muavenet, Ege Denizi’nde ABD uçak gemisi USS Saratoga’dan 2 Ekim 1992 günü ateşlenen bir güdümlü mermi ile vuruldu. Şehit ve yaralılarımız oldu. Bu elim olaydan sonra, ABD, Türkiye’ye göndermeyi planladığı Knox sınıfı gemilerin sayısını artırdı ve satış koşullarında önemli iyileştirmeler yaptı. Yaşanan bu gelişme, Oramiral Bayazıt’ın hayalindeki milli savaş gemisi projesi üzerine odaklanmasını kolaylaştırdığını değerlendiriyorum. Çünkü tedarik edilecek Knox Sınıfı Fırkateynler ile kuvvet planlamada temel kriterlerden biri olan, Türkiye-Yunanistan kuvvet dengesi, görünür gelecekte Yunanistan’ı bir maceraya sürüklemeyecek düzeyde sağlanmış olacaktı. Böylece, MİLGEM gibi, “başarısız olma ihtimali de olan” yüksek riskli kritik bir proje, genel dengeleri olumsuz etkilemeyecek bir uygulamaya konulacaktı.


Kuvvet Komutanı’ndan aldığım talimatı yerine getirmek için önce kapsamlı ve çok gerçekçi bir “Durum Tespiti” yaparak, öneriler hazırlamam gerekiyordu. Çünkü bu proje; önce Deniz Kuvvetleri Karargâhına, daha sonra da, diğer onay makamlarına sunulduğunda; mevcut sisteme alışmış ve risk almaktan hoşlanmayanlar ile mevcut sistemden kişisel ve kurumsal yarar sağlayanların eleştirisine uğrayacaktı.


Başkanlık olarak yaptığımız durum tespitinde önemli aşağıdaki bulgulara ulaştık;


·         Deniz Kuvvetleri Komutanlığı gemi tedarik süreci, yıllar içinde, hazır alımdan, ağırlıklı olarak lisansla üretime kayıyor. Bu süreçte, ABD ağırlıklı hazır alım modeli, yerini Alman ağırlıklı lisansla üretime bırakmaya başladı.

·         ABD’nin hibe kaynak tahsisinin zaman içinde azalması ile gemi tedarik finansmanında ortaya çıkan boşluk; Almanya’nın, TC Hazine Müsteşarlığı garantili ve Hermes özel sigorta modeli ile desteklenen bir kredi sistemi ile dolduruldu. Deniz Kuvvetlerinin gemi tedarik tarihinde bu uygulama çok önemli bir kırılma noktası oldu.

·         Yeni dönemin olumlu sonuçları olduğu gibi, olumsuz etkileri de oldu. Uzun vadeli ve yüksek miktarlı kredi kullanımı sayesinde, gemi tedarik planlaması, uzun vadeli kuvvet planlama kriterleri ile daha uyumlu hale getirebildi.

·         Raftan hazır gemi alımındaki tedarik mantığı; alınan platformun harekât ihtiyacına uyarlanması iken, lisansla üretim modeli olarak tanımlanabilecek yeni dönemde, tedarik edilecek platformda bulunması istenen yetenekler tanımlanıp sipariş edilebilir hale geldi.

·         Platforma dayalı harekât konseptinden ideal harekât konseptine uygun kuvvet yapısına ulaşma dönemine geçilmeye başlandı. Bu yeni süreçle birlikte Deniz Kuvvetleri; yetenek/konfigürasyon optimizasyonu, sistem entegrasyonu, üretim/verimlilik modellemesi ve diğer pek çok konuda büyük birikimler kazandı.

·         Diğer bir ifade ile lisansla üretim dönemi bize, bir gemi/platformun nasıl sipariş edilip üretileceğini öğretti. Şayet “lisansla üretim” geçiş dönemi yaşanmamış olaydı, MİLGEM ve diğer platformların üretildiği “Yerli/Milli” üretim evresine geçmek pek mümkün olamazdı.

·         Bununla beraber, yeni üretim modelinin önemli olumsuzluklar taşıdığı da zaman içinde ortaya çıktı.  Bunlar da şöyle idi:

·         Lisansla üretimde modelin tapusu lisans sahibi firmaya aitti. Yapılacak her türlü tadilat ve değişiklikte firmanın onayını almak ve tanımlanan bir ücret ödemek zorunluydu. Benzer bir gemiyi tamamen kendi imkânlarınız ile üretseniz bile, bu üretim için onay almak ve fikri mülkiyet hakkına sahip firmaya kabul edeceği bir ücret ödemek mecburiyeti vardı. Bu projenin üçüncü bir ülke için yapılması patent sahibi firma onayı olmadan mümkün değildi.

·         Bu projeler, beraberinde bir finans paketi ile geldiğinden finans paketinin zaman içinde fahiş büyüklüklere çıkması sorunu ile karşılaşılıyordu. Ödemeyi Hazine Müsteşarlığı yapacağı için, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı; projelerin finansal paketi ile ilgili bölümüne olması gereken özende maalesef yaklaşmadı. Hazine Müsteşarlığı ise haklı olarak, projenin ayrıntı maliyetlerini değil, kendi geri ödeme ve faiz/ceza uygulama bölümleri ile ilgili yönlerine odaklandı.

·         Bu projelerde uygulanan “Eskalasyona Tabi Fiyat” modelinde benimsen eskalasyon formülü, tamamen lisans sahibi firma lehine tanımlandığından, proje maliyetleri zaman içinde geometrik ölçüde artar hale geldi. Lisans ile üretim projeleri, Deniz Kuvvetlerine tasarım ve yazılım konusunda çok sınırlı katkı sunuyordu.

·         Bir gemi tipi/model üzerinden lisansla üretim yöntemi ile Deniz Kuvvetleri envanterine platform üreten bir firma; sistem içine girmiş olmanın avantajı ile yakaladığı durum üstünlüğü ve tekelleştirmeyi sürdürmek için lobicilik yapmaya varan etkileme gücüne ve eğilimlerine giriyordu. Gemi tipi üzerinde bu firma üzerinden bir tür tekelleşme ortaya çıkıyordu.

·         Sonuç olarak; lisansla üretim uygulamalarının yarattığı olumlu ve olumsuz birikimler, Deniz Kuvvetlerini “MİLGEM Projesi” dediğimiz yeni bir evreye getirmişti. Oramiral Bayazıt’ın verdiği tarihi direktifin başarıya ulaşmasında iç ve dış koşulların bu projenin gerçekleşmesi için olgunlaşmış olmasının önemli etkisi olduğunu değerlendiriyorum.


Kuşkusuz, bu konu; yalnız Plan Prensipler Başkanlığını değil, neredeyse tüm Kuvvet Komutanlığı karargâhını ilgilendiriyordu. O dönemde karargâhta görev yapanların, tam bir inanmışlık içinde projeye emek verdiklerini paylaşmam gerekiyor.


Konuyu bir öneri paketi olarak Genelkurmay Başkanı’na arz etmeden önce birkaç ön çalışma daha yaptığımızı da belirtmeliyim. Bunlardan birincisi, ulusal kaynaklar kullanılarak tedarik edilen MEKO Sınıfı Firkateynlerin Türkiye’ye mal oluş bedelinin giderek artmakta olduğunun tespiti idi. Yapılan karargâh çalışmasından sonra, Hamburg’da Blohm und Voss Tersanesinde MEKO TRACK II A - TCG Barbaros firkateyninin devir teslim töreninde, Kuvvet Komutanı Oramiral Bayazıt yaptığı konuşmada, bazı geleneksel nezaket sözlerinden sonra, bu gemilerin tedarik maliyetlerinden duyduğu memnuniyetsizliği resmen ifade etti. Ayrıca, Türkiye’den kolaylıkla temin edilebilecek pek çok malzemenin Almanya’dan satın alınmış olmasını da eleştirdi. Bu yaklaşımın Almanlar için nasıl bir soğuk duş etkisi yarattığını, yüzlerindeki ifadeyi gören bir kişi olarak, tanığım.


Bu ziyaretten sonra, sözleşmesi imzalanmış olmasına rağmen, yapımı devam etmekte olan ve planlı TRACK II A ve B MEKO Sınıfı Firkateynlerde kullanılacak yerli malzeme için toplantılar yapılarak sözleşmeye ek bir yan mektup ile sözleşme şartlarında yerli malzeme kullanma oranı önemli ölçüde artırıldı. Sözleşmesi imzalanmış bir projede böyle bir düzeltme yapılması ilk defa oluyordu. Milli yan sanayi ile bir savaş gemisi yapım süreci bu çapta bir projede ilk defa ilişkilendirildi.


Benzer bir iyileştirme sürecini, bu gemiler için ABD’nden tedarik edilen alt sistemler için de gerçekleştirdik. Daha önce “hibe kapsamında” diye hiç pazarlık edilmemiş olan bu malzemelerde çok sıkı bir pazarlık yaparak gemi başına 45 Milyon USD indirim sağlandı. Bu uygulama bize, kendi milli gemimizin alt sistemlerini tedarik ederken, hangi yöntemleri kullanarak pazarlık yapabileceğimizi gösteren bir değerli bir birikim yarattı.


Bu çalışmalara paralel olarak, Teknik Başkanlık liderliğinde özgün milli gemi tasarımını nasıl yapacağımızın çalışmaları başladı. Başta; Merhum Prof. Dr. Yücel Odabaşı olmak üzere, gemi tasarımında yurt dışında başarı ile benzer görevler yapmış akademisyenler; sivil tersanelerimizin seçkin teknik kadroları ve yöneticileri ile kapsamlı görüşmeler yapılarak, kurulacak tasarım ofisi ve çalışma yöntemi belirlendi. Tasarımı yapılacak iki gemi modeli üzerinde karargâhta yoğun değerlendirmeler oldu. Bir korvet ve bir fırkateyn tasarımı yapılması ilke olarak benimsendi, O dönemde kritik teknik karar tekliflerinin görüşüldüğü toplantıda anket yapıldı. Milli Korvet Tasarımı için “MİLGEM”, Fırkateyn tasarımı için “TF 2000” kısa isimlerinin kullanılması benimsendi.


Bu toplantıda; “MİLGEM” ismini önermiş olmanın onurunu, ömrüm oldukça yaşayacağım. Bu gün hatırda kalanın aksine, bu toplantılarda öncelikle TF-2000 Projesine başlanması, daha sonra MİLGEM Projesinin geliştirilmesi fikri benimsendi. O dönemde NATO’nun gündeminde “NATO Firkatyeni” projesi vardı. Yapacağımız ilk milli gemide, NATO’daki bu çalışmalardan yararlanılabileceği düşünüldü.


Çünkü TF-2000 Projesinde Millileştirme hedefinden çok tasarım ve entegrasyon odaklı bir geçiş süreci öngörülüyordu. Ancak, daha sonra bu geçiş projesi yerine, daha cesur bir yaklaşımla, milli imkânların tamamının daha yoğun seferber edileceği MİLGEM Projesi üzerinden ilerlemeye karar verildi. Böylece, “Yüzme bilmeden denize atlamak” misali, çok doğru bir karar düzeltmesi yapıldı.


NATO Firkatyeni Projesinin başarısızlıkla sonuçlanması, aldığımız kararın doğruluğunu zaman içinde bize teyit etti.


Tüm bu çalışmalar tamamlandıktan sonra, projenin başarıya ulaşmasının iki temel konusuna “Milli Çözüm” bulunması gerekiyordu. Bunlardan birincisi “Milli Finans Modeli”, ikincisi ise, “Milli Yazılım” dı. Bu evreye kadar edindiğim meslek tecrübem, bana şunu öğretmişti. Hegemonya, finansal destek modeli ile birlikte bir ülkeye monte edilir. Hedef ülke, finansal destek sistemi ile ele geçirilir. Bu model, TSK’nin tedarik süreçlerinde de sonuna kadar işletilmiştir. Türkiye, tedarik ettiği sistemlerin borcunu sonuna kadar ödediğine göre; neden kendi finans modelini üretmiyor ve bu soygun sarmalını kıramıyordu?


Deniz Kuvvetleri Plan Prensipler Başkanlığı olarak bu sorunun üzerine giderek cevabını verdik ve MİLGEM’in finans modelini oluşturduk. Aslında önerimiz çok basit ve tamamen düz mantığa dayandığından itiraz edilecek bir yanı da yoktu. Örneğin, Almanya bize MEKO Fırkateyn satacaksa, teknik paketle beraber, bankalarda ön koordinasyonu yapılmış bir finans paketi ile birlikte geliyordu. Paketin teknik görüşmeleri tamamlandıktan sonra, finans paketi “Hazine Garantili Kredi” haline dönüştürülerek, borcun sahibi Türkiye Cumhuriyeti Devleti yapılıyordu. Bu işlem tamamlandıktan sonra bankalar proje finansmanını veriyor, Hermes adı verilen bir nevi finansal sigorta sistemi ile birlikte, yapımcı tersane kendi tedarik ve üretimini yürütüyordu.


Emperyalizmin finansal sarmalından kurtulmak için önerdiğimiz model çok basitti. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yapımcı yabancı devlet/ firmaya sunduğu finansal yetki, sorumluluk ve işlevlerde milli finans uygulamasında Deniz Kuvvetleri Komutanlığını tek muhatap ve yetkili olarak tanımlayacak ve resmen ilan edecekti. Böylece, devletin tüm finansal desteğini arkasına almış olarak Deniz Kuvvetleri Komutanlığı piyasaya çıkacak ve elindeki bu güçle muhatapları ile masaya oturacaktı. Oramiral Vural Bayazıt tarafından onaylanan bu modelin Deniz Kuvvetleri için uyarlamasını içeren teklif; Genelkurmay Başkanı’na arz edildi. Projenin Genelkurmay Başkanı tarafından onaylanmasından sonra en zor olan bölüm, projenin Hükümete sunulması aşamasıydı.


Bu süreç karargâhta yaşanırken, Türkiye, en büyük ekonomik krizlerinden birinin içinde idi ve tarihe “5 Nisan 1994 Kararları” olarak geçen IMF kontrolüne girildiği bir bunalım süreci yaşanıyordu. Bu ortamda, Dönemin Başbakanı Sayın Tansu Çiller ve ilgili Bakan ve Bürokratların katılımı ile Deniz Kuvvetleri Komutanlığı karargâhında yapılan toplantıda, MİLGEM Projesini Hükümete sunuldu.


Projenin, finansal kaynakları kullanmasının en iyimser 7-8 yıl sonra olabileceği; dolayısı ile IMF ile yapılan program üzerinde olumsuz etkisinin söz olmayacağı, kaldı ki, her bir harcama hükümetin öncesi Hazinenin onayı alınacağı güvenceleri verilerek, Proje anlatıldı. Başbakan Sayın Çiller, icracı Bakanlarına toplantıda talimat vererek, MİLGEM Projesinin resmen başlatmış oldu. Böylece Hazine Deniz Kuvvetleri MİLGEM Projesi için 2.5 Milyar USD kaynak Planlaması yapması ve bunu ilgililere, resmen bildirmesi kararı derhal alındı.


İşte MİLGEM Projesine gerçek anlamda hayat veren bu finans modelidir. Hazinenin bu “garantisini ve parasal gücünü” eline alan MİLGEM tasarım ofisi; bu proje için uygun firmalar ile görüşüp rekabetçi koşullarda pazarlık edip projeyi geliştirebildi.


“Milli Yazılım” konusuna gelince, Türkiye o dönemde yazılım konusunda tamamen dışa bağımlıydı. Deniz Kuvvetleri envanterinde bulunan gemilerdeki yazılımların kontrolü yabancı firmaların tekelindeydi. Yazılım geliştirme, iyileştirme ihtiyacı ortaya çıktığında, ilgili firma gelip bunu uygulayıp giderdi. Yazılımların kaynak kodlarına ulaşmak bizim personelimiz için söz konusu değildi. MİLGEM Projesi, milli yazılım olmadan düşünülemezdi. “Yazılıma Kumanda Edemeyen, Donanmaya Kumanda Edemez” sloganı; bizim bulduğumuz ve bu konuda, Deniz Kuvvetleri Komutanlığını, yazılımda diğer komutanlıkların çok önüne taşıyan ülkü oldu.


Ancak; sorun nasıl aşılacaktı? Çünkü hiçbir firma bu yeteneği başkası ile paylaşmak istemiyordu. Çözümü, bir başka proje üzerinden geliştirdik. O dönemde, Hücumbotların modernizasyonu projesi de yürümekteydi. Modernizasyon projelerinde, geçmişte çok büyük bir sıkıntı yaşanmadığı sürece, alt yüklenicilerin değiştirilmesi lojistik ve teknik nedenlerle pek arzu edilmez. Bu hücumbotların modernizasyonu sürecinde de ilke olarak benzer yolu izleyecektik. Ancak, MEKO Sınıfı Firkateynlerden başarı ile uyguladığımız pazarlık yönteminin Hücumbot Modernizasyon projesinde de uygulayarak, milli yazılım geliştirmede bir model olabileceğini düşündük. 7/8 Hücumbot modernizasyon projesinin en önemli alt birimi, atış kontrol sistemleri ve yazılımları ile ilgiliydi. Bu hücumbotlara uyarlanabilecek atış kontrol sistemleri üreten benzer şirketlerle görüşmeler yaparak, teklif paketlerine yazılım geliştirme yeteneğini de devredecek teklif hazırlamalarını istedik. Hiç ummadıkları bir anda Deniz Kuvvetlerinin bir projesine davet almak, bu firmaları çok heyecanlandırdı. Hem daha uygun fiyat, hem de yazılım üretme/geliştirmeyi de içeren teklifler aldık. Bunlar elimizde olarak, 7/8 Hücumbotların atış kontrol sistemleri üreticisi olan SİGNAAL Firması ile pazarlığa oturduk.


Firma, yazılım konusundaki koşullarımızı kabul etmedikleri takdirde hem bu projeden silinecekleri, hem de bundan sonra Türk Deniz Kuvvetleri ile bir daha hiç iş yapamayacaklarını anladı. Yazılım geliştirme ve daha sonra yerli/milli yazılım yapabilecek yeteneğe kavuşma süreci böylece başlamış oldu. Yazılım eğitimi almak üzere en seçkin 12 denizci mühendisimizi SIGNAAL Firması Hollanda tesislerine gönderdik. Bu eğitimi alan değerli arkadaşların dönmesi ile birlikte, Araştırma Merkezi Komutanlığı (ARMERKOM) kuruldu. Bu seçkin çekirdek kadro, yalnız milli yazılım geliştirmekle kalmadı. Kurulan araştırma merkezi, zaman içinde, gurur duyduğumuz milli alt sistemlerin tasarım ve üretiminin AR-GE faaliyetlerini başarı ile yaparak dışa bağımlılığı azaltmamıza büyük katkı sağladı.

Bu entegre proje yapılanması sayesinde; MİLGEM Projesinde yerli/millilik oranı %65’ler mertebesine gelmişken, Diğer Kuvvet Komutanlıklarının projelerinde yerli/millilik oranında bu mertebenin çok altında olmaları, Deniz Kuvvetlerimizin çok büyük başarısıdır.


Özetle MİLGEM Projesinin fikri temeli 1992 yılında Dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Vural Bayazıt’ın direktifi ile atılmıştır. Amiral Bayazıt’ın üç yıl görevde kalması, projenin “yol kazasına” uğramamasına büyük katkı sağlamıştır.


Projenin başarılı olması için yüreğini koyarak çalışanlar olduğu gibi, köstek olan yabancı ve yerli işbirlikçiler de gözlemlenmiştir. 2001 yılında çıkılan ihaleye yerli firmalar rağbet etmeyince yabancı bir firma katılmış ve proje MİLGEM özelliğini taşımayacağından SSM tarafından söz konusu ihale iptal edilmiştir.


Durma aşamasına gelen proje, 2003-2005 yılları arasında 20. Deniz Kuvvetleri Komutanı olarak görev yapan merhum Oramiral Özden Örnek sayesinde yeniden ivme kazanmıştır. Amiral Örnek sivil tersaneleri ve yurt çapında savunma sanayi firmalarını da üretim sisteminin içine katacak bir modellemeyi başarmıştır. Kişisel gayretleri ve devlet kurum ve kuruluşları arasında olağanüstü işbirliği sağlayan liderliği sayesinde MİLGEM projesinin ilk gemisi TCG Heybeliada’nın omurgası 2005 yılında İstanbul Tersanesinde kızağa koyuldu. Amiral Örnek bu denli emek harcadığı ve hayatının en önemli başarıları arasında olan TCG Heybeliada korvetinin 27 Eylül 2011 tarihindeki donanmaya katılış töreninde Balyoz Kumpası nedeni ile Silivri Cezaevinde bulunuyordu. Hegemonya intikamını almıştı.


20 Haziran 2014 de beraat ederek özgürlüğünü geri aldığında ilk işi büyük eseri Heybeliada korvetini ziyaret etmek olmuştu. Amiral Örnek 29 Nisan 2018 tarihinde aramızdan ayrılığında TCG Heybeliada ve TCG Büyükada Mavi Vatanda görevdeydi. TCG Burgazada ise teslim için gün sayıyordu. Maalesef Amiral Örnek, Pakistan Donanması için dört gemi siparişi alındığını öğrenemeden hayata gözlerini yumdu. Nur içinde yatsın. Aziz hatırası önünde saygı ile eğiliyorum.


Gelinen bu aşamada, Türkiye, askeri gemi ihtiyaçlarının tamamını kendi askeri/sivil tersanelerinde üretip geliştirir hale gelmiştir. Yakalanan bu ivme, çok büyük bir ihracat potansiyelini de beraberinde getirmiştir.


1992-1995 yılları arasında MİLGEM Projesinin doğumuna şahitlik ve katkıda bulunmuş olmak, meslek yaşamımın gurur duyduğum bir aşamasıdır. O dönemde benimle çalışan Plan Prensipler Başkanlığı Personelinin, bu projede en az benim kadar emeği vardır. Yukarıda paylaştıklarım, Gölcük Depremi’nde göçük altında kalan kişisel arşivim nedeniyle, tamamen kendi hafızamda kalanlardan derlediklerimdir. Bu nedenle, aradan geçen uzun zaman nedeniyle bazı eksikleri olması doğal karşılanmalıdır. Dileğim odur ki; herkes kendi katkılarını, anılarını yazıya döker ve bu abide proje, Deniz Kuvvetlerimizin şanlı tarihinde gerçek bilgiler ile seçkin yerini alır.


1995 Ağustos ayında görevi teslim etmeden önce Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Vural Bayazıt’a imzalattığım son yazı, Genelkurmay Başkanlığına gönderdiğimiz, “Uçak Gemisi İhtiyaç Bildirim Dokümanı” idi. O gün bir hayal sayılacak bu projenin de TCG Anadolu ile gerçekleşmekte olduğunu görmek, bir meslek emeklisi için mutlukların en büyüğü ise, ben bunu da yaşadım.


Mesleğimin seçkin insanları... YOLUNUZ AÇIK OLSUN.

67 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page