top of page
  • Ünal GÜL

EGEMENLİK KAYITSIZ ŞARTSIZ MİLLETİNDİR

Sayın Mümin KIR yazdı


23 NİSANA GİDEN YOL:


            Millî mücadele yılları…


            Altı yüzyıl boyunca hüküm süren Osmanlı İmparatorluğu, son iki yüzyıldır yaşadığı duraklama ve çöküşün nedenlerini anlayamamış liyakatsiz muktedirler elinde, kurtuluşunu ve varlığını sürdürmenin çaresini, katillerine yalvarmakta olmanın aczi yetiyle kıvranmakta. Halk asırların cehaletine terk edilmiş, yoksulluk ve sefalet içinde. Tek bildiği, anlamını bile bilmediği “kader” kelimesiyle birlikte örtüştürdüğü kul olmak anlayışı.


            Diğer taraftan, dünya tarihinin ve gerçeklerinin son derece gerisinde kalmış halkı gerçekten kulları, kendisini de kutsal İslamiyet’in halifesi zanneden ve emperyalizmin kuşatması altında kalmış köhne bir yönetim. Ve bütün bu olup bitenlere itiraz edip, esareti reddeden ve hayatını, vatanın istiklali ve ulusun özgürlüğü için adamış bir grup vatansever ve umutlarını onlara bağlamış milyonlarca insan.


            Bütün bu şartlar altında, Amasya da durum değerlendirilmiş ve gerekli karar açıklanmıştır: “Vatanın bütünlüğü milletin bağımsızlığı tehlikededir. İstanbul hükûmeti aldığı sorumluluğun gereğini yerine getirememekte, bu durum milletimizi yok olmuş göstermektedir. Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır” dedikten sonra, 4’üncü madde bir nevi kurtuluşun dayandığı asıl unsurun tanımını yapmıştır: “Milletin içinde bulunduğu durum ve şartların gereğini yerine getirmek ve haklarını gür sesle cihana duyurmak için, her türlü baskı ve kontrolden uzak millî bir heyetin varlığı zaruridir”. Bu sırada tarihler, 21-22 Haziran 1919 gecesini göstermektedir. Bu tarih Büyük Türk Ulus’unu 23 Nisan 1920’ ye götüren kilometre taşlarından en önemlilerinden birisidir.


            Çoğunluğu işgal altındaki beş doğu ili Trabzon, Erzurum, Sivas, Bitlis ve Van'dan gelen ve altmış iki delegenin katıldığı Erzurum Kongresine gelindiğindeyse, manda ve himaye kesinlikle reddedilerek, 23 Temmuz-7 Ağustos 1919 tarihleri arasında Erzurum'da toplanan ve iki hafta süren kongrede ilk kez ulusal bağımsızlığın koşulsuz olarak gerçekleştirilmesine karar verilmiştir. Zira çok acıdır ki, o tarihlerde İstanbul da Amerikan mandası fikri alıp yürümüştü. Vatansever söz ve kalem sahiplerine göre eğer Türkiye, topyekûn Amerikan mandasına girecek olursa ileride yeniden kurtulmak imkanını bulabilirdi. Ayrıca, parçalanma bu sayede önlenebilirdi. Fakat iki önemli mesele vardı: “Amerika’yı Türkiye mandasını kabul etmeye nasıl ikna edebiliriz ve Ermeni öldürücülüğü suçumuzu Amerikalılara nasıl affettirebiliriz.” Sadece bu da değil. Bir de İngiltere mandacıları vardı: Hatta bunlar dernek bile kurmuşlardı: “İngiliz Muhipleri Cemiyeti”.  Şöyle diyorlardı: “Eğer İngiltere bize bir lütufta bulunursa Osmanlı Saltanatı, Hilafetin ruhani ve manevi bütün kudretini İngiliz müttefiklerine kadim kılmayı taahhüt eder.” Ülkenin ve insanlarının içinde bulunduğu durum öylesine acı vericidir ki; Falih Rıfkı Atay, ünlü eseri Çankaya da “Yahya Kemal’in, Ah bizi toptan yalnız biri alsa… diye kıvrandığı gözümün önüne gelir. İster Amerika ister İngiltere veya Fransa…’’diye kıvrandığından bahsetmektedir. Fakat maalesef durum budur. İşte bu nedenle Erzurum Kongresi ulusal egemenlik ve bağımsız bir devlet yolunda, teslimiyetçilere verilmiş tarihi bir cevaptır. Ayrıca bu kongre, Mustafa Kemal Atatürk’ün 08 Haziran 1919 tarihinde askerlikten istifa etmesi nedeniyle sivil ve sade bir vatandaş olarak katıldığı ilk kongredir.


            Millî mücadelenin ulusallaştırılması bakımından atılan en önemli adım, 4-11Eylül 1919 tarihleri arasında gerçekleştirilen ulusal nitelikteki Sivas kongresidir. Ancak Sivas’ta da her şey süt liman gitmemiştir. Mustafa Kemal Paşanın tutuklanma ihtimali başta olmak üzere, İstanbul hükümetinin tehditleri ve delegelerin ulaşım sorunları gibi nedenlerle katılımın beklenenden az olması ile Mustafa Kemal’in kongre başkanlığına itirazlar gibi (Ali Fuat Cebesoy un babası İsmail Fazıl Paşa başkanlığın birer günlüğüne dönüşümlü yapılmasını teklif etmişti. Mustafa Kemal’e göre bir önceki gece Bekir SamiBey ‘in evinde gizli bir toplantıya katılan Rauf Bey de işin içindeydi. Ancak, Sivas’ta ipler artık Mustafa Kemal’in elindeydi ve kongrede yapılan oylamada bu tasarı reddedilmiş ve Kongrenin reisi Mustafa Kemal Paşa olmuştur.) birçok sorun yaşansa da millî iradenin oluşması için gereken bütün kararlar alınmıştı ve bu konuda millî irade vurgusu yapılan madde şöyleydi: “Milletlerin kendi geleceğini bizzat kendilerinin tayin ettiği bu tarihi dönemde İstanbul Hükümeti’nin de millî iradeye bağlı olması zaruridir. Çünkü millî iradeye dayanmayan herhangi bir hükûmetin keyfi kararlarına milletçe baş eğilmediği gibi, böyle kararların dışta da muteber olmadığı ve olamayacağı, şimdiye kadar geçen olaylarla ve sonuçlarla ortaya çıkmıştır. Böylece, milletin içinde bulunduğu sıkıntı ve endişeden kurtulmak çarelerine bizzat başvurmasına gerek kalmadan, İstanbul Hükümeti’nin millî meclisi hemen ve hiç zaman yitirmeden toplaması ve böylece milletin, memleketin geleceği üzerinde alacağı bütün kararları millî meclisin denetimine sunması mecburidir”.


            Kongreler dönemi, ulusal egemenlik ve bağımsızlık yolunda ilerlemenin rotasının çizildiği ve Mustafa Kemal ATATÜRK’ün Samsun’a çıktığı 19 Mayıs 1919 tarihinden sonraki en önemli dönemlerdir.


            1920 yılına gelindiğinde, Damat Ferit Paşa hükümetinin istifa etmek zorunda kalması Vahdettin’in Millî Mücadele temsilcileriyle uzlaşmak zorunluluğunu ortaya çıkarmıştı.Adından da belli olacağı gibi, bu bir uyum veya uzlaşmadan ziyade zorunluluktan doğan basit bir Vahdettin planıydı. Onun tek amacı; kaybetmiş olduğu kontrol ve inisiyatifi geriye almaktan ibaretti. Zira Vahdettin için kurtuluşun yolu, millî iradeden veya milli mücadeleden yana olmaktan değilİngiltere ve Fransa’nın suyuna gitmekten geçmekteydi. Vahdettin başından beri işgalcilere meydan okumayı aklından bile geçirmemiştir. Burada şunu da ifade etmemiz gerekir ki Vahdettin’in bu planı hayata geçirirkenen büyük avantajı Mustafa Kemal haricindeki millî mücadele önderlerinin kararsızlığıydı. Hiçbiri Mustafa Kemal gibi radikal bir vizyon taşımadığı gibi, hâlâ direnişi İstanbul’da toplanacak bir meclis etrafında örgütlemek fikrinden yanaydılar. Damat Ferit Paşa’nın yerine sadrazamlığa gelen Ali Rıza Paşa milli mücadeleye ılımlı bakan bir kabine kurmuş olsa da son Osmanlı meclisinin ilk oturumunu yaptığı 12 Ocak 1920 de aralarında millî mücadelecilerin de olduğu birçok vekilin hâlâ kendisinden bir şey umduğu Vahdettin, lütfedip meclise bile gelmemiş açılış konuşmasını yapmak için dahiliye nazırı Damat Şerif Paşa'yı göndermiştir. Ne hazindir ki, eski alışkanlıklarından çabuk vazgeçen ülkelerde böylesine bir davranış millî mücadeleci vekillerin saltanattan umutlarını kesmelerine yol açacakken, çağının zihni prangalarından kurtulmak ancak Mustafa Kemal gibi istisnai insanların işi olduğu bir kez daha kanıtlanmıştır. Bahse konu vekillerin bırakın padişahı kınamayı, gıyabında yapılan konuşmadan bile ilham almak seviyesindeydiler. Ve ne yazık ki gruplarına Mustafa Kemal’in arzu ettiği gibi Müdafai Hukuk yerine, padişahın okuttuğu nutkunda geçen Felah-ı Vatan ismini vermişlerdir. Bu öylesine acınası ve zavallı bir durumdur ki zorla açtırdıkları bir mecliste, daha dün kendilerini asi ve eşkiya ilan eden bir padişahın şahsen vermeye bile gelmediği nutkundan alınan bir tamlamayı kendilerine grup ismi seçmişlerdir. Hiç kimse kusura bakmasın, ancak burada büyük bir acı ve aynı zamanda fikri takipçisi olmaktan daima onur duyduğum büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün diğerlerinden farkını ortaya koymaktan, tarih önünde kendimi sorumlu hissediyorum. Büyük kararlarda “geç kalmamak” kadar “erken davranmakta” liderlik dehasının büyük bir vasfıdır. Falih Rıfkı Atay’ın dadediği gibi: “Mustafa Kemal anasından tam gününde ve saatinde doğmuş” çok büyük bir liderdir.


            Tüm bu yaşananlara rağmen, Erzurum Kongresi’nde alınan kararlara uygun olarak, İstanbul'da toplanan son Meclis-i Mebûsan tarafından 28 Ocak 1920'de Misak-ı Millî (ulusal ant) oy birliği ile kabul edilmiş ve 17 Şubat'ta kamuoyuna açıklanmıştır. Bu bildiri, I. Dünya Savaşı'nı sona erdirecek olan barış antlaşmasında Türkiye'nin kabul ettiği asgari barış şartlarını da içermektedir. O tarih itibariyle meclisin gösterebildiği bu şahlanış elbette ki hem padişaha hem hükümete hem de işgal kuvvetlerine karşı bir ayaklanmaydı. Bu nedenle 16 Mart 1920 günü İstanbul düşman (İngilizler ve Fransızlar)tarafından fiilen işgal edilmiş, Meclis-i Mebusan basılmış, meclisin iki önemli liderini ve temsil heyetinin İstanbul meclisindeki üyesi Rauf Bey’i alıp götürmüşlerdi. Artık anlayabilenler ve yurtseverler için durum çok açıktı. Millî mücadeleyi İstanbul’dan yürütmek, düşmanlardan adalet ve anlayış beklemek, saraya ve hükümete dayanarak ortaya serilen politika oyunlarıyla bir çıkar yol bulmak imkânı olmadığı kesinleşmiştir. İşgali takiben 17 Mart 1920 günü İstanbul Meclisi, işgal zulüm ve katliam aleyhine şiddetli konuşmalara sahne olmuştur. Bu görüşmeler sırasında millet vekillerinden Edirne vekili Şeref ve Faik Beyler ile Numan Usta da İngilizler tarafından tutuklanmışlardır. Meclisin son toplantısında Rıza Nur Bey bağırıyordu: “Aldığımız millî vazifenin bu şartlar içinde devamına imkân olmadığından, fikir ve vicdan serbestliği isteyen mukaddes vazifemizi yapabileceğimiz hal ve vaziyetin elde edilmesine kadar umumi toplantıların geri bırakılmasını teklif ediyorum.” Teklif oy birliğiyle kabul edilmişti. Bütün koşullar artık Ankara’yı gösteriyordu.


            Padişah mı? O, görüş ve kavrayış ufku sarayının duvarlarını aşamayan zavallı bir çaresizdi. 16 Mart’ta ve bir taraftan İstanbul kanla işgal edilirken, onun sarayına davet ettiği temsilciler heyetine söylediği ahmakça sözler bugün hala kulaklarda çınlamaktadır: “Bir millet var, koyun sürüsü. Ona bir çoban lazım. O da ben ’im!”

 

BİR DEVLET DOĞUYOR:


            Vatanın bağrında yaşanan bu olumsuzluklar üzerine, Millî mücadelenin ölümsüz kahramanı Mustafa Kemal ATATÜRK, 21 Nisan 1920 tarihinde 336 sayılı genelgeyi yayınlayarak, Büyük Millet Meclisi’nin açılacağını tüm yurda duyurmuş ve ilan etmiştir.


            Aslı Genelkurmay Başkanlığı arşivinde bulunan 21 Nisan 336 (1920) tarihli bu genelgenin sureti, Latin harfleriyle metni ve günümüz Türkçesi ile sadeleştirilmiş olarak şu şekildedir:


1- Allah'ın cömert ihsanı ile Nisan'ın 23'ünde Cuma namazından sonra Ankara'da Büyük Millet Meclisi açılacaktır.


2- Vatanın istiklali, yüce hilafet makamının ve Saltanatın kurtarılması gibi en mühim ve hayatî görevleri yerine getirecek Büyük Millet Meclisi'nin açılışını cuma gününe denk getirerek cuma gününün kutsallığından yararlanılacak, açılıştan önce bütün Sayın Milletvekilleriyle Hacı Bayram-ı Veli Cami-i Şerifi'nde Cuma namazı kılınacak, Kur'an'ın nurlarından ve salavat-ı şeriflerden feyz alınacaktır. Namazdan sonra sakal-ı şerif (Hz. Peygamber'in sakalından bir bölüm) ve Kutsal Sancak taşınarak Meclis'e gidilecektir. Özel Daire'ye varmadan dualar eşliğinde kurbanlar kesilecektir. Özel Daire (Birinci Meclis Binası)'ye gidilirken Kolordu Komutanlığı'na bağlı birlikler tarafında özel güvenlik önlemleri alınacaktır.


3- Bu kutlu günü ebedileştirmek için bütün vilayetlerde bugünden itibaren Sayın Valilerin organize etmesiyle hatimler indirilecek, Buhari-i Şerifler okunacak, okunan hatimlerin tevdi duaları Meclis'in açılışında yapılacaktır.


4- Kutsal ve yaralı vatanımızın her köşesinde aynı şekilde Buharî- Şerif (Altı kabul edilmiş hadis kitabından biri) okunacak ve hatimler indirilecektir. Cuma günü, namazdan önce minarelerden salavatlar okunacaktır. Cuma hutbesinde yüce padişahımız efendimizin yüce ismi zikredilirken başta Padişahımız, onun ülkesi ve vatandaşlarının bir an önce kurtuluşa ve saadete ermeleri için dua edilecektir. Cuma namazından sonra hatimler tamamlanacak, yüce hilafet ve saltanat makamları ile vatanın her parçasının kurtarılması için yapılan millî faaliyetlerin, milletin her ferdi ve onların temsilcilerinin üzerlerine düşeni yapmalarının önemi, kutsallığı ve herkesin buna mecbur olduğu konularında vaazlar verilecektir. Ardından Halife ve padişahımızın, din ve devletimizin, vatan ve milletimizin kurtuluşu, istiklali ve mutluluğu için dua edilecektir. Bu dinî ve millî merasimler yerine getirilip Camilerden çıkıldıktan sonra ahali Valilik makamlarına giderek Meclis'in açılışı dolayısıyla tebriklerini sunacaktır. Yine Cuma namazından önce, her yerde, usulüne uygun şekilde Mevlid-i Şerifler okunacaktır.


5- Bu tebliğin derhal yayımlanması ve bir genelge olarak her tarafa ulaştırılması için her vasıtaya başvurulacak ve seri bir şekilde en ücra köylere, en küçük askeri birliklere ve ülkedeki tüm kurum ve kuruluşlara ulaştırılması sağlanacaktır. Ayrıca bu genelge, büyük afişler halinde her tarafa asılacak, mümkün olan her yerde basılıp çoğaltılacak, ücretsiz olarak herkese bedava olarak dağıtılacaktır.


6- Allah'tan bizi tam başarıya ulaştırması için dua ediyoruz.


            Temsilciler Heyeti Adına Mustafa Kemal


            Aynı zamanda bir tören programı mahiyeti taşıyan bu genelgeye uygun olarak, 23 Nisan 1920 tarihinde, Hacı Bayram Camiinde kılınan namazın ardından, dualar okunmuş ve düzenlenen alayın önünde üzerinde kutsal ayetler yazan koyu renkli sancak taşınmıştır. Alayın iki tarafında bir manga kadar askerde yer almıştır. Atatürk bu alayı Karaoğlan Çarşısı’nda ve halk arasında karşılamış ve bu güneşli güzel günde, yurdun dört tarafından gelen vekillerle birlikte Ulus’ta, henüz yapımı bitmeyen Kulüp Binası’nın önüne gidilmiş ve Kurbanlar kesilmiştir. Yeni meclisin ilk oturumu aynı gün saat 13.45 te en yaşlı üye sıfatıyla Sinop Milletvekili Şerif Bey tarafından açılmıştır. Şerif Bey; “Milletimizin dahili ve harici istiklâl-i tam dahilinde mukadderatını bizzat deruhte ve idare etmeye başladığını bütün cihana ilân ederek Büyük Millet Meclisi’ni açıyorum.” diyerek Büyük Millet Meclisini açmıştır. Her ne kadar manevi yönü ağır basan, dini içerikli bir tören gibi görünse de olayın esas niteliği, milletin kendi iradesine hâkim olduğu bir devlet organının kuruluşudur. Gerçek anlamıyla bu Anadolu’da yeni bir devletin kuruluşudur. Genel kanaat sonucu alınan kararla, Büyük Millet Meclisi adı verilen bu meclis, 1920 yılı sonlarına doğru, başına “Türkiye” ibaresi getirilerek Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) adını almıştır. 1921 Şubat ayından itibaren ise Türkiye kelimesi tutarlı ve sürekli olarak kullanılmıştır.

23 Nisan 1920 yılında ilkesel olarak kabul edilen, Mustafa Kemal Atatürk’ün “Hakimiyet bilâkayd-u şart Milletindir.” (Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir) ifadesi,20 Ocak 1921'de kabul edilen Teşkilatı Esasiye Kanununun ilk maddesini oluşturmak suretiyle resmiyet kazanmıştır.


            TBMM sıradan bir meclis veya bir idare organı değildir. Yok edilmeye çalışılan bir ulusun, kurtuluş destanını savaş meydanlarında kanla yazdığı ve bu nedenle de gazi unvanını taşıyan, bir milletin kulluktan çıkıp, iradesi olan bireylerin oluşturduğu bir ulus olmasını sağlayan, medeniyet ve çağdaşlaşma yolunda dünyaya örnek devrimler gerçekleştiren ve ilelebet payidar olacak bir Cumhuriyeti kuran, mümtaz bir meclistir.


            Bu vesile ile, Asil Türk Ulusunun Büyük Millet Meclisinin 104’üncü kuruluş yıldönümünü kutlarken, bu büyük bayramın sadece çocukların eğlendiği bir bayram olması vurgulamalarından ziyade, 1920 yılındaki unutulan ve ulusal egemenlik ve millî irade kavramını içeren gerçek mana ve mahiyetinde, çocukların olduğu kadar gençler ve büyüklerinde idrak ve iştirak edeceği bir şekilde yaşanmasını ve yaşatılmasını temenni ediyorum.


            Aynı zamanda ve büyük bir minnetle, ulusal egemenlik ve bağımsızlık yolunda hayatını kaybetmiş tüm şehitlerimizi ve gazilerimizi şükran ve rahmetle yâd ederken, aziz hatırları önünde saygıyla eğiliyorum. Ruhları şâd olsun.


K A Y N A K Ç A:

Atay,R. Falih, Çankaya, Pozitif Yayınevi, İstanbul, 2020.

Aydemir, Ş. Süreyya, Tek Adam, (Cilt II), Remzi Kitapevi, 44.Basım, İstanbul, 2022.

Gürkan, S. Emre, Cumhuriyetin 100 Günü, Mundi Kitap, İstanbul, 2023.

32 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page