Sayın Cem GÜRDENİZ yazdı
ABD’yi 1945 sonrası dünya gücü yapan İkinci Dünya Savaşını hem Avrupa, Afrika hem de Pasifik cephesinde mihver devletlere karşı kazanmış olması değildi. Ana nedenler başta savaş gemisi, uçak ve tank üretme kapasitesi ile gerektiğinde mecburi askerlik altında (draft) ölüme gönderebileceği yüzbinlere sahip olmasıydı. Nitekim İkinci Dünya Savaşında tüm cephelerde 418 bin Amerikalı hayatını kaybetti.
1945’lerin Sanayi ve üretim Devi ABD
Savaş bittiğinde sanayi, üretim ve finans gücünün yanında nükleer güç ile desteklenen dünya tarihinin gördüğü en büyük askeri güce sahip olması ona 21. yüzyılın başına kadar küresel liderlik altında Amerikan emperyalizmini yerküreye dayatma gücü verdi. Savaş bittiğinde 6000 savaş gemisine sahiptiler. Büyük bir süper gücün oluşmasına iç ve dış koşullar yardım etmiş, çok büyük bir deniz ve hava gücü oluşturabilmişlerdi. İkinci Dünya Savaşında büyük çaplı 30 tersanede 650 bin işçi 7/24 çalıştırılıyordu. Savaş sırasında 29 uçak gemisi, 122 hafif tonajlı refakat uçak gemisi, 8 muharebe gemisi, 50 kruvazör, 210 denizaltı, 354 muhrip, 600 torpidobot ile Avrupa cephesine lojistik destek sağlayacak 2710 Liberty tipi, 531 Victory tipi şilep inşa edilmiş, 300,000 savaş uçağı imalatı gerçekleşmişti. ABD’yi savaş sanayi devi olmaya iten asıl nedenler de Japonya’nın ve Almanya’nın devasa askeri makineleri idi. Ancak tüm askeri güç mukayesesinde asıl fark yaratan ABD’nin donanma gücü idi. Japonya da denizde çok süratli silahlanmıştı. Savaş esnasında birçok muharebe gemisi, on uçak gemisi, beş kruvazör, 61 muhrip, 121 denizaltı inşa etmişlerdi. ABD ve Japonya denizdeki silahlanmaya 5 yıl içinde ayrı ayrı bir milyar dolar harcamışlardı. Bu Amerikan ulusal gelirinin % 1,5‘uğu iken, Japon ulusal gelirinin % 28’i idi. Asıl fark burada yatıyordu. Diğer bir fark da Japonya dışa bağımlı ada devleti, ABD hem kıta hem okyanus devleti idi.
Japonya’nın Yenilgisi ve Amerikan Denizaltıları
ABD, 9 Arlık 1941’deki Pearl Harbour baskınından 1945’e kadar geçen sürede özellikle insan gücü kayıpları ve deniz savaşları göz önüne alındığında en büyük yatırımını ve mücadelesini Pasifik cephesinde Japonya’ya karşı yaptı. Böylece ABD’yi 20. Yüzyılda hegemon yapan coğrafya Pasifik coğrafyası olmuştur. ABD’nin bir ada devleti Japonya’yı yenmesi coğrafyanın kaçınılmaz gereği idi. Ada devleti olarak uzun süreli abluka ve ambargoya dayanma gücü kalmayan Japonya, sonunda teslim olmak zorundaydı. Benzer durum diğer bir ada devleti İngiltere için de geçerliydi ancak onun yardımına her iki dünya savaşında ABD gelmişti. Japonya’nın yardımına gelecek bir güç yoktu. Bu çerçevede Japonya’yı teslim alan ana neden, ülkede petrolün tükenmesi idi. Enerjisi kalmamıştı. Amerikan denizaltıları 1942 yılından itibaren o kadar yoğun ve etkin bir denizaltı harbi icra etmişti ki, toplamda 2462 Japon ticaret gemisi; Japonya’ya petrol taşıyan tankerlerinin %80’i batırılmıştı. ABD, Japon ticaret gemilerine karşı kayıtsız şartsız denizaltı harbi icra ediyordu. Japonlar o kadar zor durumdaydılar ki, 1944 yılında lastik şamandıralar yapıp içine petrol doldurarak Endonezya’dan Japonya’ya yedekte çekmeyi ya da denizaltıları ile anavatana petrol getirmeyi bile denediler. Amerikalı denizaltı komutanları gördükleri tüm Japon tanker ve şileplerini sorgusuz sualsiz batırmışlardı. Bu bir savaş suçu idi. Ancak onlar kazanan oldukları için yargılanmadılar. Alman denizaltıcıları yargıladılar. İkinci Dünya Savaşında Leyte Deniz Savaşının galibi Donanma Komutanı Oramiral William Halsey anılarında denizaltılar için şunu yazmıştı: ‘’Pasifik'teki savaşı bize kazandıran silah ve araçların hakkını vermek zorunda kalsaydım, onları şu sıraya göre sıralardım: İlk önce denizaltılar, ikinci olarak radar, üçüncü olarak uçaklar, dördüncü olarak buldozerler (bunun nedeni amfibi harekatta kıyıyı çıkarmaya müsait hale getirmekti. CG) .’’
78 Yıl Sonra Pasifik’te Değişen Dengeler
21. Yüzyılda ABD’nin deniz hegemonyasına meydan okuyan coğrafya yine Pasifik. Bu kez rakibi Çin. Bugün jeopolitik ve siyasi koşullarla, karşılıklı dengeler tamamen farklı. Bu kez ABD hegemon deniz gücü olarak Japonya, Tayvan, Filipinler ve Avustralya gibi ada devletlerini kullanarak Asya Doğusunda 5000 millik kıyıya sahip Batı Pasifik’te Çin’i kıtaya sıkıştırmaya ve Çin’in hayati deniz ulaştırma rotalarını kontrol altında tutmaya çabalıyor. Hatırlayalım, Japonya İkinci Dünya Savaşında Asya’nın Doğu kıyılarındaki devletleri işgal ederek Pasifik’i ABD ve İngiltere’ye reddetmişti. Denizde İngiltere’yi örnek alan ada devleti Japonya kıtayı kontrol ederek Asya’da imparatorluğunu genişletmeyi denemişti. Başaramadı, zira denizden gelen güçlü denizci rakibi önce etrafındaki adalar zincirini işgal ederek sonunda Japonya’nın hava sahasına yakın adalardan sınırsız hava saldırısı yapacak bir konuma geldi. Bugün de ABD, Tayvan’ı bağımsız devlet yaparak ve onu kendi müttefik adalar zincirine ekleyerek, kendi askeri gücünü Çin’e intikal ettirecek askeri üstünlük sağlamaya ve Çin’i okyanustan uzaklaştırmaya gayret ediyor. Çin ise Tayvan ve diğer ABD müttefiklerinin kendisini kuşatmada oynayacağı rolün farkında olarak bu sonuca izin vermeyeceğini, ABD ile olan olağanüstü boyutlardaki ekonomik ve ticari ilişkiye rağmen ilan ediyor. İki taraf da konvansiyonel askeri bir çatışmanın kaçınılmazlığının farkında silahlanma ve harekât ortamını her boyutta şekillendirme gayreti içinde. Bu süreçte Çin’i yenmek bir yana dengelemekte bile zorlanan ABD’nin karşılaştığı güçlükleri geçmişte 16 Ekim 2022 tarihli yazımda detaylı izah etmiştim.
Gerileyen ABD Gemi İnşa Sanayi
ABD’nin temel sorunların başında gemi sayısının yetersizliğinin yanısıra gemi inşa yeteneğindeki önlenemez gerilemesi geliyor. Bugün için Çin’in gemi inşa yeteneği İkinci Dünya Savaşındaki ABD’nin durumuna benziyor. Amerikan Donanma Bakanının ifadesi ile ‘’Çin bir yılda ABD’nin 7 yılda ürettiği gemiyi üretebiliyor.’’ Soğuk savaş başında ABD donanmasının 11 askeri tersanesi vardı. Günümüzde ise askeri tersane kalmadı. 7 civarında sivil tersane var. Bu sayı Çin’de birkaç düzine. ABD’de bugün mevcut 154 sivil tersane savaş durumunda savaş gemisi üretimine yönelebilir. Çin’de ise bu sayı 1200 tersane. ABD’nin diğer bir sorun alanı nitelikli deniz piyade ve denizci er/erbaş bulma sorunu. Bunun yanına tersanelerde çalışacak ciddi eleman sıkıntısı içindeler.
Çin Karşısında Tek Seçenek Denizaltılar
ABD’nin gerek gerilemiş donanma gücü, gerekse kıtadaki Çin’in menzili ve hassasiyeti artan yoğun ateş gücü nedeni ile Tayvan, Güney veya Doğu Çin Denizi kaynaklı bir savaşta, satıh gücü ile Çin karşısında durması imkansıza yakın. Bu durum ABD’nin en önemli deniz gücü düşünce kuruluşu olan USNI (United States Naval Institute) aylık dergisi Proceedings’de son iki yılda en çok işlenen konuların başında geliyor. Makalelerin çoğunda artık Çin’in ezici hava ve satıh ateş gücü yeteneği karşısında ABD’nin en önemli seçeneğinin denizaltılar olduğu belirtiliyor. Bu da ABD’nin ilk kez hegemon deniz gücü olarak deniz kontrolünden (sea control) zayıfın stratejisi olan denizlerin reddine (sea denial) geçiş yaptığı anlamına geliyor. Makalelerde en çok dikkat çeken denizaltı ve mayına verilen önem. E. Albay William Toti 1 Aralık 2023 tarihli Proceedings dergisi makalesinde şu benzetmeyi yapıyor: (https://www.usni.org/magazines/proceedings/2023/december/you-cant-win-without-more-submarines) ‘’Bu savaş Midway'in tekrarı değil. Ters rollerde Okinawa’ya benziyor; ABD Japonların durumunda. Çin, Tayvan’a, Okinawa'da karaya çıkan çıkarma kuvvetinin (kabaca 60 bin Amerikan deniz piyadesi) on katı büyüklükte saldıracak. (Çin ordusu 2 milyon civarında ve önemli bir bölümü gerektiğinde Tayvan’da kullanılacak.) Pasifik’te şüphe yok ki satıh güçleri uzun süre dayanamayacaktır. Sonuçta en etkili silah denizaltı olacaktır. Diğer bir deyişle Okyanuslar yüzyılı olan 21. Yüzyılda hegemonya denizdeki üstünlük ile el değiştirecek ya da paylaşılacaktır. Denizdeki mücadelede ise son sözü suyun altı yani denizaltılar söyleyecektir.
Nükleer Saldırı Denizaltıları (SSN) Esas Olmalıdır
2026 yılında Tayvan merkezli bir savaşın yaşanabileceği varsayımı ile yazdığı makalesinde Toti, ABD’nin tek kazanma olanağının Nükleer Saldırı Denizaltılarını (SSN) kullanmasıyla elde edileceğini savunuyor. Bu denizaltıların suüstü harbinde gemiye ve karaya karşı saldırı silahlarının yanısıra mayın dökebileceğine de değiniyor. Ancak Tayvan Boğazının önemli bir sorunu var. Derinlik. Bazı yerlerde 20 metreye kadar düşen adanın güneybatısındaki ‘’Tayvan Bankı’’ bırakalım nükleer saldırı denizaltılarını dizel elektrik denizaltıların harekâtına bile engel teşkil ediyor. O nedenle bu sığlık alan Çin amfibi gücünün ana yaklaşma rotası olacaktır. Toti, Çin’in gerginlikten itibaren ada etrafında geniş bir yasak saha (exclusion zone) ilan edeceğini varsayarak bu sahaya su üstü gemileri ile girmenin büyük risk taşıyacağından gemiye karşı Harpoon Füzesi ile torpido taşıyan nükleer saldırı denizaltılarının (SSN)’lerin kullanılması gerektiğini vurguluyor. ABD’nin envanterinde 58 nükleer saldırı denizaltısı (SSN) var. Bunların 28 adedinin ABD’nin 60/40 prensibi ile Pasifik’te görevlendirileceğini ancak bunların çeşitli nedenlerle sadece 19’unun Tayvan senaryosunda hazır olacağını belirtiyor. Buna karşılık Çin’in 7 nükleer 43 dizel elektrik/HBT denizaltısı var. ABD’nin diğer yandan müttefikleri ile toplamda bölgede 100 civarında uzun menzilli Denizaltı Savunma Harbi, Deniz Karakol (D/K) Uçağına sahip olduğunu belirten Toti makalesinde bu uçakların 3000 üzerinde savaş uçağına sahip Çin’in hava üstünlüğünün olduğu bir ortamda anavatan kıyısından 100 mil ötede nasıl serbestçe görev yapacaklarına değinmiyor. Makalede ayrıca denizaltıya karşı denizaltı harekâtından (SSK) da bahsedilmemiş. Kısacası ABD Donanmasının muharipleri Tayvan Senaryosunun ABD zaferi ile sonuçlanamayacağının farkında ve sürekli fikir üretiyorlar. Ancak tersanelerin gemi yapma hızı fikir üretmeden daha hızlı olmadığı sürece işleri çok zor.
Kızıldeniz ve Doğu Akdeniz Pasifik’ten Güç Kemiriyor
Bu arada geçen hafta yazdığım Kızıldeniz Bab El Mendeb Boğazı krizi büyüyor. Bu durum ABD Donanması için yeni bir kriz ve gemi görevlendirme alanı olacağından Pasifik cephesi için kötü bir haber. İsrail’in açtığı emrivaki ABD’nin jeopolitik zafiyetlerini ileriye taşıyor. En yakın müttefikleri ile ortak deniz görev grubu kurarak Kızıldeniz’de Yemen kaynaklı deniz güvenlik krizine karşı deniz güvenliğini tesis etme seçeneği her zaman var. Ancak bu kez durum 10 yıl önceki Somali Korsanları (Deniz Haydutları) ile uğraşmaya benzemiyor. Ortada jeopolitik kriz var. Unutulmamalıdır ki İsrail Gazze’deki katliamı durdurmuş olsaydı denizdeki bu kriz olmayacaktı. Şimdi herkes ABD’ye neden İsrail’i durdurmuyorsun? Sorusunu sorma hakkına sahiptir. Tüm dünya Gazze’de yaşanan katliamın bir diğer geri dönüşünü denizde artan navlunlar, geciken ulaştırma ve yüksek sigorta ücretleri ile ödemek zorunda kalıyor. Bu durum idame edilebilir değildir. Yarın Yemen’e Husilere karşı bir hava saldırısı yapılırsa bu kez durum daha da büyük çıkmaza girebilir. Şimdiden küresel deniz ticaret sisteminde ciddi arızalar başladı. Bu durum kıtasal ve bölgesel ekonomik dengeleri alt üst edecek kapasite ve potansiyele sahip.
Türkiye Dersleri
Türkiye için denizaltı filosu yarımada devletimizin en değerli caydırma aracıdır. Caydırma merdiveninde denizaltıların yanına sadece nükleer silah yaklaşabilir. O nedenle geleceğimiz ve egemenliğimizin asli koruyucusu denizaltı filomuzdur. Halen 12 denizaltımız var. Havadan Bağımsız Tahrikli 6 adet Pirireis denizaltımız donanmaya katıldığında bu sayı yaşlanan Ay sınıfı denizaltılar hizmete çıkarılınca 14 olacak. Bu sayı yetmez. Görevdeki, intikaldeki ve tersane/havuzdaki denizaltı sayıları göz önüne alındığında Türkiye çapında bir devletin en az 20 denizaltıya sahip olması gerekir. Korvet ve firkateynlerimizi artık tamamen kendimizin yaptığı göz önüne alınarak MİLDEN (Milli denizaltı) projemizi hızlandırmak gerekir. Söz konusu denizaltılarımızda kendimize ait torpidoları kullanmaz isek denizaltı sayısının hiçbir anlamı kalmaz. Zira savaşın ilk aylarından sonra stoklar azaldığında batılı devletler bize torpido satmaz. O nedenle AKYA milli torpidomuzu silah projelerimizin en öncelikli ve gerekli projeleri arasında tutmamız gerekir.
Kommentare