top of page
Ünal GÜL

Türkler ve Deniz

Sayın Cem GÜRDENİZ yazdı

Genel ve yaygın kanı Türklerin denizci olmadığı üzerinedir. Nehir ve göllerle sınırlı coğrafyada Asyalı atalarımızın doğal şartlarda denizci olamayacakları gerçektir. Zira doğa ve ihtiyaçlar toplumları şekillendirir. Nehrin veya gölün karşı kıyısına geçme başarısının ufuk çizgisinin ötesindeki denizleri aşma başarısına dönüşmesi zaman alır. Ufkun ötesine gitmek için kürek gücünden yelken gücüne geçmek ve rota vermek evrim gerektirir. Ancak atalarımız için okyanus ve denizlere çok uzak olsalar da deniz her zaman ulaşılmak istenen bir hedefti. MÖ 200’e dayanan Oğuz Kağan Destanı’nda Oğuz Kağan’ın altı oğlundan birinin adı Deniz’dir. MS 732’de yazılan Kül Tigin Yazıtında, Bilge Kağan “Doğuda Şantung ovasına kadar ordu sevk ettim denize pek az kala durdum’’ der. Aynı döneme ait Tonyukuk Yazıtında Bilge Tonyuykuk şöyle yazar: “İki bin idik. İki ordumuz oldu. Türk milleti yaratılalı, Türk kağanı tahta oturalı Şantung şehrine, denize ulaşmış olan yok imiş. Kağanıma arz edip ordu gönderdim. Şantung şehrine, denize ulaştırdım.’’ 


TÜRKLER ANADOLU’DA ÇOK ÖNCEDEN VARDI


Türklerin Anadolu’da denizcileşmesinin başlangıcını Malazgirt sonrası döneme bağlamak yanlış olur. Zira Türkler Anadolu’da çok önceden vardı. Pek çok tarihi bulgu Türklerin MÖ 8000’li yıllardan itibaren var olduğunu ispat ediyor. Göbeklitepe’de bulunan 8 figürün 12 figürlü Türk takvimindekilerle aynı olduğu ispatlanmış durumda. Anadolu’da son 10 milenyumda var olan Türkler, doğal olarak deniz kıyısında da yerleşti, ufuk çizgisini gördü ve  denizle temasa geçti. Yerleştikleri Anadolu ve Rumeli’de Hitit, Urartu, Frigya, İyonya ve Doğu Roma’nın denizle alakalı yaşam biçimlerini, kültürlerini ve teknolojilerini akan yıllar içinde benimsediler. Orta Asya’dan batıya göçlerde sahip oldukları kısıtlı denizcilik yeteneğinin yanında Türkçe denizcilik terimlerini de getirdiler. (Tengiz (deniz), kemi (gemi), kulaç, sal gibi.) Anadolu’ya gelmeden yani Akdeniz ve Karadeniz ile buluşmadan önce uzun süre derya ve deniz sözcüklerini akarsular ve büyük göller için kullandılar. Anadolu yarımadasına zaman içinde daha sonra Peçenek Türkleri ile Hazar Türkleri geldiler ve çoğunluk Batı Anadolu ve Marmara Havzalarına yerleştiler. 


ANADOLU’YU VATAN BELLEMEK


Malazgirt Savaşı sonrası Anadolu’ya yerleşen Asyalı atalarımız önceden bu topraklarda yerleşen Türklerden farklı olarak bu yurdu anavatan belledi ve kendi iradesi altında devletler kurdu. Türkler bu süreçte ihtiyaç duydukları oranda denizle ilgilendiler. Denizden, kendilerini başka yere götürmesini istiyorlarsa da bu kısa süreli geçişler içindi. Selçuklular ilk kez XIII. Yüzyılda Akdeniz’e Alanya ve Antalya ile tanıştı. Ardından denizlerle bağlantısı olan Aydınoğulları, Saruhanoğulları, Karesioğulları gibi Beyliklerle denizci halklarla bütünleşerek denizcilik geleneğimizi kurdu. Denizcilik folklorumuz Akdeniz ile şekillendiği için Akdeniz havzasında yaşayan Doğu Roma, Girit, Helen, İyon, Arap, Berberi, Endülüs, Venedik, Ceneviz, İtalyan, İspanyol geleneklerinin hepsiyle temas içinde olmuş onlardan hem almış hem de vermiş, böylelikle bir sentez kültüre dönüşmüştür. Akan yüzyıllar içinde Türkler onlarla kaynaştılar ve bu süreçte onların kadim denizciliklerinden etkilenerek denizle buluştular. Böylece gerek yerli halklarla evlilikler gerekse Orta Asya’dan gelen göç kollarının eski yerleşkelerinden getirdiği, su kültürüne dair miras, alt beyinlerde gereken yeri aldı. Bu genetik mirasın ortaya çıkması için gelenek, görenek ve alışkanlıkları etkileyen dış faktörlerin ortaya çıkması gerekiyordu. Her yönü ile bereketli Anadolu’da denize yönelişi tetikleyecek gelişmeler, son bin yılın her yüzyılında ayrı koşullar ve gelişmeler ile ortaya çıktı. 


HALKLAR DENİZCİ DOĞMAZ


Dünya tarihinde denizci doğan halk yoktur. Halkı devlet ya da otorite denizci yapar. Anadolu’da ortaya çıkan tüm devletler tarih boyunca denizlere yaklaştıkça güçlü ve mutlu olmuşlar uzaklaştıkça gerileyip çökmüşlerdir.  Alman tarihçi Runciman, bu olguyu “deniz nimetleri olmadan Anadolu yaşayamaz” şeklinde ifade etmiştir. Denizle etkileşime giren Türkler de zaman içinde devleti yönetenlerin denizcileşmesi ile denizi sevmiş ve onların ufku kadar denizciliği başarabilmiştir. Yönetici ya da Sultan denizci akla sahipse halk da ondan payını almıştır. Anadolu Beylikleri tarihinde Çaka Bey ve Umur Bey örnekleri ile Osmanlı İmparatorluğu’nun 15 ve 16. Yüzyıl’da donanmaya destek veren Sultan (Yavuz) Selim ve Sultan (Kanuni) Süleyman dönemlerinin deniz zaferleri en somut başarı örnekleridir. 


TÜRK KISA SÜREDE DENİZCİ OLABİLİR


Türkler kısa sürede denizcileşebilen bir ulustur. Bunun en güzel ispatlarından birisi de denizden ve deniz kültüründen uzak ortamda yetişen, ilk Türk Amirali ve deniz stratejisti Çaka Bey’dir. Malazgirt’ten on yıl sonra, 1081 yılında İzmir’de denizci bir devlet oluşturdu. Oğuzların 24 kolundan Üç Ok’lar koluna bağlı, Gök-Han Oğullarından olan Çavuldur Boyuna mensup olan Çaka Bey, aynı yıl, 17’si çektiri, 33’ü de yelkenli olmak üzere toplam 50 parçadan oluşan ilk Türk Donanması’nı İzmir’de kurdu. Bu yıl, günümüzde Türk Deniz Kuvvetlerinin Kuruluş Yılı olarak da kabul edilmektedir. 19 Mayıs 1090 günü Orta Ege’de, Koyun Adaları zaferini, Malazgirt Zaferinden 19 yıl sonra gerçekleştirmiş olması, başlı başına büyük bir başarıdır.  Denize bir Orta Asyalı gibi değil, Akdenizli gibi bakmayı Çaka Bey çok kısa sürede öğrenmiştir. 


SULTAN BAYBARS VE TÜRK DENİZCİLİĞİ


Sadece Anadolu’ya yerleşen Türkler değil, 13. Yüzyılda Mısır ve Suriye’de hüküm süren Kölemen (Memlûk) Devleti Sultanı, Kıpçak Türkü Sultan Baybars da hükümdar olunca önceliği denize veren bir liderdi. Haçlılar ve Moğollara kök söktüren Sultan Baybars, 800 yıl önce ‘’denizin atı, sınırın perdesi’’ olarak gördüğü donanmasını büyüterek Akdeniz’de etkili oldu. Ormanlık arazileri koruma altına alıp gemi inşasında kullanılan kerestelerinin satışını yasaklayacak ve kısa sürede yeni liman ve tersaneler kurduracak kadar denizci vizyona sahipti. Baybars, Hristiyan dünyasıyla sistemli ve sürekli diplomatik ilişkiler kurdu. 1261 yılında Bizans İmparatoru VIII. Mihail, ardından Cenova ile ticaret antlaşması yaptı. Bunların hepsini donanmasının güvencesi ile gerçekleştirdi. 


KARADAN GEMİ YÜRÜTEN İLK TÜRK


Aydınoğulları Beyi Gazi Umur Bey de 1327 yılında İzmir’i ele geçirerek Ege’de büyük başarılar elde etti. Orta Ege’de bazı adaları ele geçirirken, Yunan sahillerine akınlar düzenledi. Bunlardan birinde Epir’e ulaşmak istedi ve Korent kıstağında kadırgalarını karadan yürüttü. Böylece gemilerini karadan yürüten ilk Türk oldu. Onu 200 yıl sonra Sultan I. Mehmet (Fatih) takip edecekti. Umur Bey’in İzmir fethi sonrası Sakız Adası’na hâkim olması ve Gelibolu ile Rodos ve hatta Mora Yarımadası’nı hedef alması, Türklerin denizciliğe dönüşünün en somut kanıtları oldu. Daha da öte, Umur Bey, korsan filosu yerine devlete ait düzenli bir donanma kurdu.


OSMANLI’NIN DENİZ YÖNELİŞİ


1299 yılında kurulan Osmanlı İmparatorluğu denizde büyüdükçe karada da büyüdü. Denizde gerileme ile imparatorluğun çöküşü başladı. Denizde zaferler yüzyılı olan 15 ve 16. Yüzyıllarda Osmanlı ve Garp Ocakları (Libya, Tunus ve Cezayir) donanması sayesinde Akdeniz’de elde edilen büyük deniz zaferlerinin enerjisi, Hint Okyanusu ve Atlantik Okyanusu eteklerine vardıkları halde donanmayı okyanus donanmasına çevirmeye yetmedi. Gerçekte okyanuslara hükmedebilecek bir imparatorluk Akdeniz gibi okyanusların yüzde 1’i kadar küçük bir denize sıkıştı. Zira donanmayı okyanuslara çıkarmaya sevk edecek vizyon ne sultanlarda ne de ulemada vardı. Deniz Körü Sultanlar, vizyonu olan Piri Reis gibi Amiralleri idam etmekle ya da Turgutreis gibi üstün nitelikli denizcileri tasfiye ile meşguldü. 


SONUN BAŞLANGICI 16. YÜZYIL


16. Yüzyıl, İmparatorluğun en görkemli yüzyılı olsa da keşifler çağının tetiklediği batıdaki büyük uyanış ve aydınlanmanın yarattığı devasa teknolojik, sosyolojik ve kültürel gelişmelerin gerisinde kalışın da başlangıcıdır.  Bu yönü ile 16. Yüzyıl sonun en görkemli başlangıcıdır. Osmanlı İslam skolastisizmi içinde akıl mı? Nakil mi? tercihini nakilden yana kullanarak sadece denizde değil her alanda gerilemeyi başarmıştır. Bu süreçte doğal olarak kapitülasyonlar; Aristokrasi ve burjuvazi yokluğu; kadırgadan kalyona ve kürekten yelkene geçişte yaşanan 100 yıllık gecikme; kurumsal kültür eksikliği; aydınlanma ve sanayi devrimlerini ıskalama gibi nedenler de etkili olmuştur. 1571’de yaşanan İnebahtı hezimeti sonrası değil yüzde 1’lik Akdeniz’de hakimiyet kurmak, Akdeniz’de denize kıyısı olan Osmanlı mülkü dahi korunamadı. Daha da öte Anadolu’nun giriş kapısı Çanakkale Boğazını bile koruyamadık. Örneğin 17. Yüzyılda Venediklerinin Boğazı zorlamaları bir yana Denizlerin efendisi İngiliz Donanması, 1807’de Trafalgar Zaferinin sarhoşluğu içinde elini kolunu sallayarak boğazı geçti ve Topkapı Sarayının önüne kadar gelebildi. II. Abdülhamit sayesinde 20. Yüzyıla donanmasız girdik ve Tuna’dan Nil havzasına; Kıbrıs’tan Tunus’a ve Cezayir’e kıyısı olan topraklarımızı kaybettik. 


DONANMASIZLIK VATAN KAYBETTİRİR


1911’de yaşanan İtalya Harbinde Kuzey Afrika’daki son kalemiz Libya’yı ve Anadolu’nun ayrılmaz parçası Menteşe adalarını; 1913’te Balkan Harbi içinde en büyük liman kentimiz Selanik ve hemen hemen tüm Ege Adalarını kaybettik. Birinci Dünya Harbinin hedefi sadece deniz çıkmaya çalışan Almanya’yı kıtaya geri itmek değil, aynı zamanda Donanmasız Türkleri parçalamak ve paylaşmaktı. Nitekim 1915’te bu kez büyük bir armada ile Çanakkale Boğazı ağzına geldiler. Nusrat’ın mayınları ve kıyı topçusunun ateşi ile boğazı geçemediler ancak yüzbinlerce işgalci askerini Gelibolu yarımadamıza çıkardılar. Bu donanmayı ve istilacıları taşıyan gemileri ne Akdeniz ne de Ege’de durdurabildik. Savaş sonunda sefil ve rezil Mondros Ateşkes Anlaşması ile yurdumuzu işgale açtık. 15 Mayıs 1919 sabahı bu kez Türk’e 400 yıl Efendim diyen Yunan İzmir’e ayak bastı. Özetle donanmanız yoksa yarımadada yaşayamazsınız. Yunanistan’ın İzmir işgalinde Balıkesir’de gizli çıkarılan İzmir’e Doğru isimli gazetede, 15 Haziran 1920’de yazılan bir makale şunu yazıyordu: ‘’Bundan dokuz, on asır evvel Oğuzhan’ın torunları, onun palabıyıklı, dolgun pazılı, temiz ruhlu, kahraman torunları buraya geldiler…Bilmem ne zaman, Akdeniz’in diğer bir sahilinde, türedi bir hükûmet belirdi. Bu hükûmetin ülkesi, Akdeniz’in maviliğine doğru uzanmış lekeli bir eli andırıyordu. Haritada bile insana sağından ve solundan bir şey çalacakmış hissini veren bu solucan parmaklı kirli elin üstünde. Bir gün nasıl oldu? Oğuzhan’ın torunları pek mi dalgındı, yoksa pek mi kancıkcasına bağlanmıştı, bilmiyorum!’’ Cevabı biz verelim. İşin özü, Oğuzhan’ın torunları değil, onu yönetenler denize sırtını dönmüş, kişisel menfaatlerini şerefsizce vatanın menfaatleri üzerinde tutmuştu. Coğrafyadan ve jeopolitikten uzaktılar. Mevcut sistem yüzyıllarca günlük ihtiyaçlarını karşılamıştı ve gelecek umurlarında değildi. Çarpıcı bir örnek verelim. Osmanlı İmparatorluğunda padişahın egemenliği ve gücünün denizdeki temsilcisi olan Donanmayı Hümayun’a 1326’dan 1867 yılına kadar 160 Kapdan-ı Derya (Derya Kaptanı) hükmetti.  Bu görev Sultan Abdülaziz döneminde 1867 yılından Saltanatın kaldırıldığı 1 Kasım 1922 tarihine kadar 39 Bahriye Nazırı tarafından ifa edildi. Bu şahsiyetler içinde söz konusu görevi birden çok kez yapanlar da oldu. Dolayısı ile toplam görevlendirme sayısı 252’dir. Bu şahsiyetlerin sadece 58 tanesi denizden gelmişti. Geri kalanlar çoğunluk karacı paşalar ile kasap başı, ahırlar amiri, deniz görmemiş valiler, kayıkçılar, pabuççular ve hatta imza atamayacak derecede kara cahiller idi. İngiliz tarihçi Arnold Toynbee, 12 ciltlik ‘’A Study of History’’ isimli eserinin 3. Cildi 40. Sayfasında 1770 Çeşme Baskını öncesinde dönemin Sultanı III Mustafa’ya Rus Filosunun Baltık’tan yola çıktığı ikazı yapıldığında ona yakın çevresinin ‘’Baltık’tan Akdeniz’e yol yoktur endişe etmeyin’’ tavsiyesinde bulunduğunu yazıyor. 


TÜRK’Ü DENİZLE BULUŞTURAN ATATÜRK


Denizde 1571 İnebahtı mağlubiyeti sonrası başlayan duraksama, gerileme ve çöküşü ancak Mustafa Kemal Atatürk durdurabilmiştir. 16. Yüzyıl ile 20.yüzyıl arasındaki büyük kayıpları ancak 1923 sonrası dönemde kapayabildik. Cumhuriyet Türk’ünün denizcileşmesi donanma öncülüğünde gerçekleşti. Bugün her ne kadar Atatürk dönemi güncel siyasetin hoyrat vefasızlığı ve bilinçli cehaleti içinde küçük görülse de denizde sahip olduğumuz her şeyin temeli Atatürk denizcileşmesine dayanır. Limanlardan tersanelere, Donanmadan Ticaret Filosuna, Denizcilik Spor Kulüplerinden Balıkçılığa kadar her alanda yeni kuruluş, reform veya revizyon cumhuriyetle başlamıştır. Her şey bir yana kapitülasyon belasından kurtuluş, Türk denizcileşmesinin temelini oluşturmuştur. 


TÜRK DENİZCİSİNİN DEVRİMCİ RUHU HAYATTADIR


Bugün son 22 yıllık kapitülasyonları aratmayan hükümet uygulamalarına rağmen çok şükür kendine yeten, kendi gemisini, kendi füze ve torpidosunu yapan donanmaya sahibiz. Her ne kadar kurumsal kültürü 2007 kumpas davalar serisi yaşanan tasfiyeler ve yabancı istihbarat örgütlerinin kullanışlı aygıtı FETÖ ve iktidar ve hatta muhalefetteki işbirlikçileri ile yerle bir edilmiş olsa da geleneksel olarak devrimci ve ilerici olan denizcilerin sosyo genetik kodlarını yok etmek mümkün değildir. 33 yıllık Abdülhamit döneminde de donanmanın hem operatif hem kurumsal kültürü yok edilmeye çalışıldı, ancak 1923’te yokluklar içinde kurulan Cumhuriyet Donanması kısa sürede kendini toparladı ve küllerinden doğdu. Nitekim 13 yıl sonra 1936 yılında Cumhuriyet Donanmasının görkemli filosunun Malta’da Britanya Donanmasının kalesine ve daha sonra Pire/Yunanistan’a yaptığı liman ziyaretleri ile Türk Boğazlarının tam egemenliğini koruyacak güçte olduğu tüm dünyaya gösterildi. Montrö Sözleşmesinin diplomatik zaferinin ardında Cumhuriyet Donanmasının gücü vardır. Türkler büyük bir lider altında yok olma aşamasına gelmiş denizciliğini 13 yıl içinde ayaklandırmayı başarabilmiştir. 


DENİZDEN UZAKLAŞAN TÜRK DEVLET BAŞKANLARI


Atatürk sonrası göreve gelen devlet başkanları Atatürk’ün deniz vizyonunun yanına dahi yaklaşamadılar. Devletin denizcileşme süreci sadece Atatürk döneminde mümkün oldu. Aynı dönemde halkın denizcileşmesi de hızla başlatıldı. Açılan plajlar, yüzme, kürek, yelken kulüpleri en tipik örneklerdir.  Bugün Atatürk sonrası geçen 86 yılda devlet hala denizcileşememiştir. Türk denizcilik gücünün 14 alt alanında çok önemli başarılar sağlanmış olsa da denizciliğimiz Atatürk döneminde örneklenen bütüncül stratejik hedefi başaramamıştır. Bugün maalesef denizciliğin devlet yönetiminde, jeopolitik perspektifinde, Türk aydın tabakasının ve burjuvazisinin kurumsal ve düşünsel alt ve üst yapısında yeri yoktur. Pek çoğu farkında bile değildir. Diğer yandan Türk Denizcileşmesinin sembolüne dönüşen Mavi Vatan kavramı 2018-2020 yılları arasında Doğu Akdeniz ve Ege kaynaklı deniz yetki alanları krizinde çok öne çıkmış ve iktidar partisi tarafından yoğun kullanılmış olsa da, 22 Kasım 2020 tarihinde Türk Ticaret gemisi La Rosalie A gemisine Akdeniz’in açık deniz sularında Alman Savaş Gemisinin deniz Komandolarının devlet izni olmadan çıkması sonrasında hızlı bir geri çekilme yaşanmıştır. Devlet, bırakalım denizcileşme hamlesini, açık denizde yaşanan bu onur kırıcı ve utanç verici olayın bile üstüne gitmemiştir. Bu onur kırıcı durum Türk denizcisine ait değildir. Onun çıkarlarını ve onurunu koruyamayanlara aittir. 


TÜRKLER HIZLA DENİZCİ OLABİLECEK ÖZELLİKTEDİR


Türk halkının denizci olmadığını ve olamayacağını iddia edenler tarihte yaşananları iyi okumalıdır. Sadece içimizdeki deniz körleri değil aynı zamanda 1952’den bu yana üyesi olduğumuz NATO’daki müttefiklerimiz de Türklerin onların kontrolü dışında denizcileşmesine izin vermez. Kumpas davaların ve FETÖ’nün arkasındaki sözde müttefiklerimizi ve yaşanan tasfiyeleri hatırlatalım. Aynı zamanda Amerikan ve AB fonları içinde Türkiye’de sözde demokratik özgürlük adı altında dinci ve etnik ayrışmayı teşvik eden onlarca fon ve dernek varken bir tane denizcileşmeye yönelik fon ya da dernek olmadığını da hatırlatalım. Ancak içimizdeki mandacılarla, hainlere ve emperyalizmin parayla satın aldığı işbirlikçileri uyaralım. II.Abdülhamit ’in söküm ve yıkım donanmasını Atatürk’ün liderliği altında 1923-36 koşullarında Akdeniz Donanmasına çeviren Türk, bugün de denizcileşmesini kısa sürede başaracak potansiyele sahiptir. Zira cevher çok güçlü şekilde yerindedir. O cevher daha nice Hamit Naci’ler, Ata Nutku’lar, Sadun Boro’lar, Özden Örnek’ler çıkarmaya yeter de artar. Yeter ki Atatürk’ün ışığını gören devlet adamlarına sahip olalım ve devletimiz denizcileşmeyi kolektif batının ve içimizdeki mandacıların tüm baskılarına ve kumpaslarına rağmen hedefine koyabilsin. 

41 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Kommentarer


bottom of page