Sayın İsmet HERGÜNŞEN yazdı
Türkiye ile Irak arasındaki görüşmelerde Terör ve Kalkınma Yolu Projesi ile gündeme gelen bir diğer konu Su Kaynaklarının İhtilafı idi.
Irak'da Suriye gibi Dicle ve Fırat nehirleri üzerinde kurulan ve ülkelerinde su kıtlığına yol açtığı düşüncesinde bulunduğu barajlara, yıllardır eleştirisel ve ön yargılı yaklaşmıştır.
Dicle-Fırat Havzası Türkiye, İran, Suriye, Irak ve Kuveyt arasında paylaşılmaktadır. Dicle’nin birçok kolu İran’dan gelir ve Dicle-Fırat birleşmesi Irak-Kuveyt sınırının bir parçasını oluşturur.
Bu iki nehir Nilile birlikte, gerek çorak toprakların sulanıp bereketlenmesi gerekse de taşımacılık alanlarında geçtikleri yerlerde adeta hayat kaynağıdırlar.
Yaşamın esası olan taze suya sahip olmak, Orta Doğu için hiçbir zaman kolay olmamıştır.
Bölgede yarım asrı geçen çatışmalar nedeniyle alt yapı tesisleri ve sosyal yaşam alanlarında meydana gelen ağır tahribatlar suya ulaşımı daha da zorlaştırmıştır.
Suyun sorumsuzca kullanımı ve yönetimi, kirlilik ve iklim krizi yeraltı kaynaklarının kurumasına yol açtığı gibi tali nedenleri de yok sayamayız.
Hızla artan nüfus artışı, suya ulaşmada yetersizlik ve yatırımlardaki isteksizlik sorunun diğer başlıklarıdır.
Irak ve Suriye’nin sorunun ana kaynağı olarak Türkiye’yi görmesi, işin siyaseten kolaycılığı vekendi beceriksizliklerini örtme çabasından öte bir şey değildir.
Nispeten verimli kaynaklara sahip olan ülkemiz, iklim krizinden fazlaca nasibini almaktadır.
Su tüketiminin büyük kısmı tarımsal alanlara ve artan kentsel nüfusa yoğunlaşsa da etkin ve verimli kullanıldığını ifade etmek zordur.
Yetersiz yağış almaya başlayan ülkemizde susuzluk derinlemesine hissedilirken, nihayetinde önemi anlaşılınca suyun kullanımında ciddi önlemler alınmaya başlandı ve alt yapı yatırımları önem kazandı.
Su da Petrol vb. yeraltı kaynakları gibi ülkenin egemenlik hakkıdır.
Sınır aşan sular, geçmişten günümüze bölge ülkeleriyle ilişkilerde önemli bir yere sahip olmuştur.
Ülkemiz için Fırat ve Dicle, uluslararası su yolu olmayıp, sınır ötesi yani sınır aşan su yoludur.
Bu nehirler Meriç, Aras, Çoruh ve Asi nehirleri ile birlikte ülkemizin su kaynaklarının yaklaşık yüzde 35’ini oluşturmaktadır.
İnşa edilen barajların aşağı havzalarda yer alan ülkeleri tedirgin etmesi kadar doğal bir şey olamaz.
Devletler eğer bir nehri paylaşıyorsa nehrin üst tarafına sahip olan devletin, hukuksal açıdan nehrin alt tarafındaki devlete su sağlamak gibi bir zorunluluğu yoktur.
Güneydoğu Anadolu Projesi kapsamında sürdürülen çalışmalarda suyun hakça ve makul kullanımı ilkesinden hareket ettiği bir gerçektir.
Suların akılcı, verimli ve etkin kullanımı konusunda hem Suriye hem de Irak tarafına defaten yapıcı önerilerde bulunmuştur.
Tüm görüşmelerde suların bir bütün olarak ele alınmasını en optimum çözüm gördüğünü ilgili ülkelere bildirmiştir.
1987 yılında imzalamış olduğu Ekonomik İş birliği Protokolü ile Fırat’tan yılda ortalama saniyede 500 metre küp su bırakmayı taahhüt etmiştir.
Suriye ve Irak ise imzaladıkları protokol ile ülkemizden gelen suyun kendi aralarında paylaşımına yönelik anlaşmışlardır.
Suudi Arabistan ve Umman’a kadar götürülmesi planlanan ¨Barış Suyu Projesi’ne¨ öncülük etmişse de istenilen netice alınamamıştır.
Proje ile neredeyse günümüz İstanbul nüfusuna eş değerde 15 milyon kişinin su gereksinimlerinin karşılanması hedeflenmekteydi.
Suyun insani boyutunu ön planda tutan Türkiye’nin bu önerisine olumsuz yaklaşan ilk ülkeler Suudi Arabistan ve Kuveyt olmuştur.
Olumsuz yaklaşımın ardındaki ana nedenler şöyle olsa gerek.
· Bölgenin Türkiye’ye bağımlı kalacağı
· İsale hatlarına zarar verileceği
· İsrail’in yararlanacağı
Orta Doğu’da çatışmalar, güvensizlik ve istikrarsızlık devam ettiği sürece bu ve buna benzer projelerin gerçekleşmesi olasılığı hiçte mümkün değildir.
Son sözse; Su çatışma değil, gerginlik yaratabilir.
Komentáře