Sayın Mümin KIR yazdı
Karar:
Bugün yaşadıklarımız, geçmişte yaşadıklarımızın sonucudur. Gelecekte yaşayacaklarımız ise bugün yaşadıklarımızın bir sonucu olacaktır. Ben hep böyle düşünmüşümdür. Romantik deyimiyle “anı yaşa” tabiri kişiler için kulağa hoş gelse de bir devletin, bir ulusun ve insanlığın beka ve devamlılığının sağlanması bu kadar basit değildir ve olmamıştır. İspatı mı? Tarih.
Tarih dediğimiz şey, doğal süreçlerden, evrim ve değişimlerden ibaret gibi görünse de bunların altındaki en dinamik süreç; insanın insanla kavgası yani-amaçlara veya nedenlere göre değişkenlik gösterip, çeşitli isimlerle adlandırılsa da- güç kavgasıdır.
Bu amaç ve nedenler; insan ırkının gelişmişlik düzeyine bağlı olarak zaman içinde değişkenlik göstermekle birlikte, kabaca; geniş ve verimli topraklara sahip olmak, yeraltı ve yerüstü kaynaklarına hakimiyet, denizlerde ve deniz ulaştırma yollarında egemenlik, ticaret yolları ve pazarlara ulaşmak gibi bana göre ideal insan nesline uygun olmayan, son derece ilkel ve bencil ama çağlara ve çağımıza baktığımızda oldukça normal kabul edilen ve maalesef bir o kadar da gerçeklerden oluşan, varlığını koruma çabası olarak değerlendirilmektedir.
İşte süreç yada zaman dediğimiz ve insan tarafından somutlaştırılmış ama aslında soyut olan bu döngüde başarılı olabilmenin yegâne yolu aklı kullanarak karar vermekten geçer. Buradan hareketle yazımın en başındaki cümlemi, Bugün yaşadıklarımız, geçmişteki kararlarımızın bir sonucu, gelecekte yaşayacaklarımız ise bugünkü kararlarımızın bir sonucu olacaktır şeklinde düzeltmek çok daha metodolojik olacaktır. Dolayısıyla karar, kişilerin, toplumların ve devletlerin var olma, yok olma veya gerileme ve ilerleme süreçlerinin en önemli öğesidir. Kısacası hayatidir.
Devletlerin bekası ve gelişmesini sürdürmesi, o devletin elinde bulundurduğu millî güç unsurlarını, karar verme süreçlerini en etkili ve verimli şekilde kullanarak, üzerinde bulunduğu jeopolitik ve içinde bulunduğu jeostratejik konumlarıyla doğru orantılı olarak belirlediği veya öngördüğü büyük strateji ile ilgilidir. Yani, ulaşılmak istenen amaç ve hedeflerinize yönelik politikanız nedir, planlamanızın kapsamı ve kapasitesi nedir? Ve tüm bunların sonucunda karar verme iradeniz nedir? Gelin tüm bunları bir kanalda incelemek ve birazda hafızalarımızı tazelemek üzere karardan kanala gidelim. Süveyş Kanalı’na.
Kanal; Süveyş Kanalı:
Bizim bu yazıdaki ilgi alanımız, günümüzde bilinen ve halihazırda kullanılan Süveyş Kanalı ile sınırlı olsa da Mısır da bir kanal açma fikrinin çok eskilere dayandığını ve en eski kanalın firavunlar dönemine dayandığını belirtmekte yarar vardır. Kazılan ilk kanal, Sesotris dönemine kadar ve Nil Deltası’ndan ve Süveyş’e doğru gitmekte ve Vadi-i Tu Milat’tan geçmekteydi. Ayrıca, o dönemlerde Süveyş Körfezi şimdiki yerinden yaklaşık 30 mil kadar içerideydi.
İlk Mısırlılar kanalları sulama amaçlı açmışsa da bu kanallardan birçoğu daha sonraları ve zaman içinde taşımacılıkta da kullanıldı. Kısacası tarihin her döneminde bölgeyi fetheden veya bölge de yerleşen uygarlıklar (Araplar, Romalılar, Avrupalılar, Türkler/Osmanlılar vb.) Akdeniz’i Kızıldeniz’e bağlayan bu coğrafyadan istifade edebilmek için jeopolitik ve jeostratejik planlar yapmışlar ve çeşitli projeler geliştirerek bunları devletlerinin büyük stratejilerini gerçekleştirebilmek uğruna hayata geçirmeye çaba sarf etmişlerdir.
Mısır tarihinin 16. yüzyıldan 20. yüzyılın başlarına kadar olan kısmı Osmanlı İmparatorluğu'nun egemenliği altında veya müttefikliğindeki iki ana dönemini kapsamaktadır:
Birinci dönem, 1517-1867 yılları arasındaki Memlûk Sultanlığının 1517 yılında yıkılarak Osmanlı İmparatorluğu'nun doğrudan yönetimi altına girmesiyle kurulan Mısır Eyaletidir.
Diğeri ise 1867-1914 yılları arasındaki Mısır Hıdivliğidir ki; bu dönemde Mısır özerk bir statüye sahiptir. Mehmed Ali Paşa'nın kendini hıdiv ilan etmesi (Mısır’ın Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı olduğu dönemde, Kavalalı Mehmet Ali Paşa’dan sonra Mısır valilerine verilen ve 1914’te Mısır’a el atan İngilizlerce kaldırılan unvandır) 1867'de resmen kabul edilmiştir. Ancak bu dönmede Osmanlı Devleti’nin yaşadığı sorunlar ve güç kaybı nedeniyle Mısır, fazlasıyla Fransa'nın ve özellikle İngiltere’nin etkisine maruz kalmıştır.
Osmanlı Devleti Neden Tereddütlüydü?
Osmanlı Devleti XIX. Yüzyılda güç kaybedip birçok iç ve dış sorunla karşı karşıya kalırken -veya bırakılırken- Hindistan başta olmak üzere doğu ticaretini geliştirmeyi hedefleyen İngiltere ve Fransa gibi büyük ülkeler doğu ticaret yollarının geliştirilmesi için çıkarları doğrultusunda çare ve yöntemler geliştiriyor, projeler hazırlıyorlardı. Aslında tartışmalar 1840lı yıllardan itibaren başlamıştı. Tartışmalar başladığında Osmanlı Devleti bu konuda çok tereddütlüydü, zira başlangıçta bu işin yapılabileceğine ihtimal vermemiş, sonraları ise İngiltere ve Fransa arasında kalmıştı. Uğraştığı iç ve dış sorunlar, siyasi, askerî ve ekonomik gerilemeler nedeniyle, kanal tartışmaları sırasında bu işe bütün dikkatini verememiştir. Her ne kadar siyasi anlamda Mısır Osmanlı Devleti’ne bağlı olsa da kilit devlet konumundaki Osmanlının elindeki sınırlı imkanlar sorunun çözümünü zorlaştırıyordu. Kanal meselesinde Fransa, Avusturya ve İngiltere başta olmak üzere birçok muhatap vardı ve Osmanlı Devleti Mısır üzerindeki hukuki haklarına zarar vermekten ve egemenlik haklarını tehlikeye atmaktan çekiniyordu. Gerçek şu ki; kıyıya yakın yerlerde kendini gösteren kayıplar, yaşanan tereddütleri haklı çıkartmaktadır. Rusya, Kırım ve Kafkasları ele geçirmiş, Sırbistan özerkliğini kazanmış, Yunanistan bağımsız, Romanya ise özerk bir prenslik olmuştu. Fransa, Cezayir’i işgal etmiş, Arap hanedanlarından Suudlar Arabistan’ın büyük bir bölümünü yönetmeye başlamıştı. Mısır da ise -Kavalalı- Mehmet Ali Paşa, ailesini ömür boyu vali ilan etmiş, eyaleti neredeyse bağımsız bir biçimde yönetir hale gelmiştir. Onun döneminde yabancılar ve onların projeleri (tasarıları) Mısır’da etkisini göstermişti. Ve bu projeler içinde en önemlilerinden biri kanal projesiydi. Süveyş Kanalı.
XIX yüzyıl başında Fransa’nın Akdeniz’deki varlığını arttırması, İngiltere’nin ise Kızıldeniz’deki hakimiyetini genişleterek bölgeye konuşlanması, Osmanlı Devleti’nin otoritesini sarsıyor ve güvenlik endişelerinin artmasına neden oluyordu. Çünkü Mısır’ın güvenliği Kızıldeniz ile doğrudan ilgili olmakla birlikte, Hicaz’a da yakındı. Ve Osmanlı Devleti de gerek kanal tartışmalarından gerekse diğer gelişmelerden ötürü oldukça tereddütlüydü.
Diğer Devletlerin Kanala Bakışı:
Mısır’ın Avrupa Devletleri için önemi yalnızca Süveyş Kanalı ile ilgili değildir. Mısır, I. Napolyon’un bu topraklara çıkmasıyla Avrupa siyaseti ve çıkarlarının mücadele alanı ve odak noktası olmaya başlamıştır. Bu işgal tüm Avrupa’nın ilgisini bu topraklara çekmiştir. İşgal, İslam topraklarının Avrupalı bir ordu tarafından zorlanmadan ele geçirilebileceğinin mümkün olduğunu göstermiş ve bu durum İngilizlere de örnek teşkil etmiştir. Daha sonra İngiltere de Hindistan yolunun güvenliğini gerekçe göstererek benzer bir işgali gerçekleştirmiştir.
Süveyş Kanalı’nın açılması sadece Mısır’a veya Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı bir durum değildi. Bütün Avrupa Devletleri ve en çok da Fransa ve İngiltere’nin Mısır’la ilgili düşünceleri vardı. Fransa kendi menfaatleri nedeniyle, kanalın yapılmasına taraftardı. İngiltere ise ilk başlarda Hindistan yolunu riske edebileceği için daha tedbirli davranıp-her zamanki İngiliz tarzıyla-düşüncelerini saklıyordu. Her ne kadar sessiz gibi dursalar da Avrupa’nın diğer devletleri ve özellikle Akdeniz’e kıyısı olan ülkelerin tamamı kanalın açılmasına taraftardı. Kanalın açılmasıyla Akdeniz ticaretinin açılacak olması bu devletleri heyecanlandırmıştı.
Kanalın açılmasıve Dünya Siyasetine Etkileri:
Mısırda görevli bulunduğu yıllarda Fransız diplomat ve mühendis Ferdinand de Lepses Abbas Paşa’dan kanalın açılması için izin istediyse de Abbas Paşa izin vermedi. Bunun üzerine Abbas Paşa’nın yerine getirilen Said Paşadan aldığı imtiyazla, 1854 yılında kanal imtiyazını aldıysa da çalışmaları başlatamadı. Zira Osmanlı Devleti’nin de onayı gerekiyordu. Ferdinand de Lepses1856 yılında aldığı ikinci imtiyazdan ve uzun süren tartışmalardan sonra 1858 yılında “Compagni Universelle de Canal Maritımedu Suez” şirketini kurarak 25 Nisan 1859 da İngiltere ve Osmanlı Devleti’nin itirazlarına rağmen, Mısır’dan sağlanan işçiler ve Avrupa’dan getirilen makinelerle kanalın kazılmasına başladı.
1863 yılında Mısır Hıdivi Said Paşa’nın ölümü üzerine yerine geçen İsmail Paşa kanalın yapımını kısa bir süre durdursaydı da III. Napolyon’un baskısıyla ve Osmanlı Padişahı Sultan Abdülaziz’in 19 Mart 1866 yılında yayınladığı fermanla yeniden çalışmalara başlandı. 1866 yılından itibaren İngilizlerde kanal politikalarında değişikliğe gidip kanal girişimine karşı çıkmayı bıraktı. Çalışmalar hızlandırıldı ve böylece 17 Kasım 1869 tarihinde Akdeniz’i Kızıldeniz’e bağlayan Süveyş Kanalı açıldı. Kanal açılışında Ferdinand de Lesseps, Avrupa’nın önde gelen yöneticileri, bilim adamları ve tüccarlardan oluşan bir filo kanaldan geçti. Kanal açılışından sonra ilk geçen gemiler: Rapid, Vulcan, Forbin, Cambria, Dido, Tonareg ve Thabor ve daha sonra Pluto ve Hawk’tı. Bunlardan ilki Avusturya-Lyod Firması’na aitti, ikincisi ise İngiltere-Hindistan arasında telgraf servisi yapan bir İngiliz buharlısıydı. Bu gemilerden dördü de İtalyan gemisiydi. Ayrıca bir de Mısır hükümetine bağlı Fransızca ismi Chabin ve Fayoum diye bilinen bir gemi vardı. Süveyş Kanalı’nın yapımı Mısır Hükümetine çok pahalıya mal olmuştu. İsmail Paşa açılış için 1 milyon £ (bazı kaynaklara göre 2 milyon£) harcamıştır. Verdi bu açılış için Aida’yı bestelemiş ve açılışa 6000 özel davetli katılmıştır.
Açılış konuşması El Ezher’in Şeyhi İbrahim Al Sakka tarafından yapıldı. Konuşmasında şöyle diyordu Al Sakka: “Allahım! Bizi yalnız bırakmayan Avrupa halkından yardımlarını esirgeme. Fakir ulusumuzu zenginleştirmeyi vadeden bu teşebbüse ihsanını lütfet. Efendimiz ve babamız olan İsmail’e keremine bahşet. İsmail ki bu muhteşem işçileri en iyi şekilde yönetti. İnayetini tüm halkımızdan esirgeme. Allahım kendimizi sana adıyoruz”.
Kanalın açılmasıyla kontrolün Fransa da olmasından endişelenen İngiltere kanalı ele geçirmeyi düşünüyordu. 1875 yılında kanal masrafları nedeniyle iflasın eşiğine gelen İsmail Paşa, borçları ödeyebilmek için kanal hisselerini satışa çıkardı. Bu fırsatı değerlendirerek kanalın yarı hissesini alan İngiltere, kanalda söz sahibi oldu. Bir süre sonra da kanala tamamen sahip olmak ve Hint yolunu ve daha da önemlisi İngiliz varlığını korumak için 1882 yılında Mısır’ı işgal etti. Böylece Mısır’daki İngiliz hakimiyeti de başlamış oluyordu.
Ben, Al Sakka’nın duasının ne kadar gerçekleşip gerçekleşmediği konusunu tarihe ve özgür düşüncelere bırakarak, şu saptamayı yapmakta yarar görüyorum.
Tarihler, 6 Ağustos 1914’ü gösterdiğinde yani büyük harbi ilan ettikten iki gün sonra İngiltere Akdeniz’i düşman gemilerinden temizlemek üzere Fransa ile anlaşmış, 29 Ekim 1888 tarihinde imzalanan ve Süveyş Kanalının tarafsızlığını belgeleyen sözleşmeyi ihlal ederek, kendi amaçları için kullanmaya başlamıştı.
Süveyş kanalı kazılmaya başladığında ve açıldığında, Mustafa Kemal Atatürk henüz dünya ya gelmemiş, 1882 yılında Mısır İngilizler tarafından işgal edildiğinde ise henüz 1 yaşına ulaşmıştı. Ve Osmanlı İmparatorluğunun kaderi, Osmanlı idarecilerinin değil, başkalarının verdikleri kararlarla çizilmişti. Bu nedenle, jeopolitiğin o bilinen kuralının artık değişmesi gerekir. Çünkü, kaderi belirleyen coğrafya değildir, kaderi belirleyen; karardır.
Kısacası: KANAL DEĞİL, KARAR KADERDİR.
K A Y N A K Ç A:
Akalın Durmuş, Süveyş Kanalı Açılışı ve Osmanlı Devleti’ne Etkisi, Yeditepe Yayınları, Nisan 2015, İstanbul.
Garfy, Ahmed Ahmed, Mısır’ın Osmanlı Devletinden Kopuşu,Hitapevi Yayınları, Nisan 2021, Ankara.
Eslen, Nejat, Geleceğin Liderleri İçin Büyük Strateji, Pankuş Yayınları, 2021, Ankara.
Kommentare