Sayın İsmet HERGÜNŞEN yazdı
Birinci yılını dolduran Ukrayna Savaşı, RF (Rusya Federasyonu) için tarihten gelen genetik kodlarının son hamlesidir.
Bin yıllık tarihinde “yayılma” stratejisi benimseyen RF, sürekli zayıf alanlar üstüne oluşturmaya çalıştığı politikasında hiç sapma olmadığını, bu savaşta bir kez daha göstermiştir.
“Hibrit ve Siber Savaşların” çok farklı uygulama ve yöntemlerini kullanan RF, benzer hal tarzlarını Gürcistan ve Kazakistan’a karşı da uygulamıştı.
O ülkelerde hedefine süratle ulaşmasına rağmen, Ukrayna’da ilgi sahası olan yerlerde kontrolü tam manasıyla henüz sağlamış değildir.
Savaşın ilk aylarında Belarus, Polonya ve Türkiye’de yapılan “Barış Görüşmeleri” başlangıçta umut vermiş, ancak bir sonuç elde edilememiştir.
“Tahıl koridoru antlaşmasıyla”20 milyon ton tahılın Karadeniz ve Türk Boğazları üzerinden dünya gıda pazarına ulaşmasında barışçıl bir devlet görüntüsü verirken, Luhansk, Donetsk, Zaporijya ve Herson bölgelerini ilhak etmekten geri adım atmadı.
İşgali meşru kılmaya çalışan RF lideri Vladimir Putin’in son konuşmasında Ukrayna ve Batı’yı suçlayıcı ifadelerde bulunması, savaşın yakın zamanda sonlanmayacağını göstermektedir.
Uzayan bir savaş, ilave maliyet ve yükümlülükler getireceği gibi ülke içerisinde sosyal çalkantılara da yol açabilecektir.
Binlerce insanını kaybeden, milyonlarca insanı göç eden ve alt yapı tesisleri büyük zarar gören Ukrayna, liderleri Volodimir Zelenski’nin öngörüsüzlüğü ve Batı’ya güvenmesinin bedelini ağır ödemektedir.
Batı’dan silah ve parasal destek alarak savaşı dengelemiş bir görüntü veren Ukrayna Ordusu’nun, ülkelerini koruma gayretinde gösterdikleri kararlılık ise tarihe not düşecek değerdedir.
Yaptırımlarla RF’yi dize getireceğini sanan ABD başta olmak üzere tüm dünya, bu savaşta yanılmıştır.
NATO’ya derinlik kazandırması beklenen İsveç ve Finlandiya’nın üyelikleri RF için yeni politik bir cephe olsa bile, Ukrayna’dan askerlerini çekme yeterliliğini sağlaması oldukça zordur.
Başkan Joe Bidenson Kiev ziyaretinde önemli vaatlerde bulunsa da Batı yıpratma savaşını stratejik bir seviyeye çıkartamadığı taktirde, savaşın seyrinin kısa vadede değişmesi mümkün görünmüyor.
Aynı dili konuşan, aynı kültüre, dini inanca, ortak tarihsel geçmişe ve akrabalık ilişkilerine sahip olan iki halkın, her geçen gün nükleer silahlara vurgu yapması endişe vericidir.
Stratejik durum halen RF lehinedir.
Ya Türkiye için durum ne?
Her iki ülkeye karşı başlangıçtaki pozisyonunu koruyarak, aktif arabuluculuk çabalarını sürdürmelidir.
MGK, “Hibrit Savaş” özellikleri taşıyan bu savaştan gerekli dersleri çıkartarak nihai durumunu gözden geçirmelidir.
Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni İkinci Dünya ve Soğuk Savaş dönemlerinde harfiyen uygulayan ve aynı ilkeli duruşu Ukrayna Savaşı’nda da gösteren Türkiye, barışın tesisinde ısrarcı olmalıdır.
İlan etmiş olduğu 19. Madde den taviz vermemelidir.
Sözleşmenin varlık, egemenlik ve güvenlik meselelerinde Türkiye’ye uluslararası platformlarda çok önemli ve tekrar elde edilmesi zor ve hatta olanaksız gibi görülen önemli avantajlar sağladığı, bir kez daha gün yüzüne çıkmıştır.
104 emekli askerin yapmış olduğu açıklamanın “beraat” ile sonuçlanması, Türk Hukuk Sistemi’nin zarar görmemesi ve sözleşmenin kamuoyunda anlaşılabilirliği açısından oldukça önemli bir karardır.
Zaten gösterilen tavır, bir deniz subayının sadece almış olduğu bir eğitimin sonucu olmayıp, kişisel hak ve özgürlükleri öngören ve olması gereken “hukukun üstünlüğü ve ifade özgürlüğüne” olan inançları değil miydi?
Son sözse; “Krizleri sonlandırmanın tek yolu, savaş değildir…”
Kommentare