Sayın Cem GÜRDENİZ yazdı
Akdeniz’de nasıl ki Anadolu yarımadasının doğu batı istikametindeki seçkinliği ve Boğazlar bugün olduğu gibi geçmişte üzerinde kurulan tüm devletlerin jeopolitiğine emsalsiz değer kattıysa; İtalya yarımadasının Akdeniz’i ikiye bölen kuzey güney ekseni ve Sicilya Boğazı söz konusu coğrafyada kurulan devletlere ayrı değer katmıştır.
İTALYAN COĞRAFYASI, İMPARATORLUK VE PARÇALANMIŞLIK
Akdeniz’in kalbine uzanan, diğer taraftan bu denizi Alp Dağları üzerinden Orta, Batı ve Doğu Avrupa’ya bağlayan bir yarımada devleti olarak İtalyan tarihi, bu coğrafyayı uzun bir dönem bütünleşik bir imparatorluk kurarak ancak daha uzun bir dönem ise parçalanmış statüde kullanmıştır. İtalya toprakları dünya tarihinin gördüğü en büyük ve uzun süreli imparatorluklarından birisi olan Roma İmparatorluğuna ev sahipliği yapmıştır. Klasik antik çağdan itibaren Etrüskler, çeşitli İtalik halklar yarımadada yaşadılar. (Etrüsklerin, Avrupa’ya göç eden proto – Türkler olduğu ve dillerinin, Ural Altay kökenli olduğu son bulgular ışığında ortaya çıkmıştır.)
ROMA KRALLIĞINDAN ROMA CUMHURİYETİNE: MARE NOSTRUM
MÖ 753’te Roma, Krallık olarak kuruldu. 2 yüzyıl sonra cumhuriyet oldular. (MÖ 509). Senato ve halk hükümetine dayanan Cumhuriyet kısa sürede Batı Avrupa, Britanya, Kuzey Afrika ve Yakın Doğu’ya hâkim oldu. Ancak Akdeniz’e hakimiyetleri uzun ve zor oldu. Çünkü denizci değildiler. MÖ 264’te Akdeniz’in denetimi için Kuzey Afrika’da hâkim denizci Kartaca ile muazzam bir mücadeleye giriştiler. Sürekli yenildiler ve ancak dördüncü donanma ile MÖ 241’de denizi kontrol altına alabildiler. Kartaca, uğradığı büyük kayıpların yerini dolduramamıştı. Böylece yaklaşık 400 yıl Akdeniz Roma’nın Mare Nostrum (Bizim Deniz)’i oldu ve İtalyan halkları Akdeniz’le buluştu.
CUMHURİYETTEN KUTSAL İMPARATORLUĞA
Julius Caesar’ın saray darbesi ile MÖ 44’te öldürülmesiyle cumhuriyet imparatorluğa dönüştü. O dönem için okyanus aşırı güç intikali söz konusu olmadığı için Osmanlı İmparatorluğu gibi sadece Akdeniz’de etkili olan kıtasal bir imparatorluk kurabildiler. Diğer yandan başta Roma Hukuku olmak üzere felsefe, sanat ve bilimde Mısır ve Helenistik dünyadan transfer ettikleri tecrübe ve bilgilerle insanlığın gelişimine büyük katkı sağladılar. Bugün kullanılan roma rakamları, su kanalları, kanalizasyon sistemleri, yollar vb. pek çok katma değerin sahibi oldular. Günümüzün 12’lik ay sisteminde Latin ve Anglosakson kökenli tüm dillerde hemen hemen tüm ayların isimleri ya Roma tanrılarından (Janus, Februa, Mars, Juno,); ya da roma rakamlarından (septem, octo, novem, decem) alır. Julius Caesar ve Augustus ise Temmuz (Julius) ve Ağustos (Augustus) aylarına isimlerini verdiler. Sezar’ın düzenlediği Julien Takvimi 1513 yılında Papa Gregoir tarafından değiştirilinceye kadar Avrupa’da ve ondan sonra da Ortodoks Dünyasında geçerliydi.
HRİSTİYANLIK VE İTALYA TEOPOLİTİĞİ
İsa Mesih’in havarileri tarafından yayılan Hristiyanlık, dönemin en büyük imparatorluğunun kapısına MS 30’da dayandı. Havarilerin başı Peter (Petreus), Hatay’dan Roma’ya geçerek Roma Kilisesini kurdu. Pagan imparatorluk bu dine büyük direnç gösterdi. Yeni din, köleliği reddediyor ve tek tanrıyı dayatıyordu. Büyük katliam ve baskılara maruz kaldılar. Peter MS 68’de İmparator Nero tarafından Roma yangınından sorumlu tutularak çarmığa gerilerek öldürüldü. Ancak MS 313’te İmparator Flavius Constantin tarafından ilan edilen Milano Fermanıyla hoşgörü ilan edildi ve 70 yıl sonra İmparator Büyük Theodosius tarafından Roma’nın resmi dini olarak ilan edildi. Aynı dönemde şimdiki Vatikan sınırları içinde St. Peter kilisesi ve papalık kurumu ile bugün jeopolitiği etkileyen teopolitik gücün temelleri atıldı. Batı Roma yıkıldıktan sonra yeryüzündeki güçlerini göksel güçle birleştirmek isteyen tüm Krallar ve yöneticiler Katolik inancını sonuna kadar kullandılar. Orta çağda oluşan Papalık devleti 1870 yılına kadar varlığını devam ettirdi. Bu devletin ordusu vardı. Savaş açıyor, hanedanların değişmesine karar verebiliyordu. Bugün de Roma’da Vatikan’da 1000 civarındaki nüfusu ile özel statülü bir mutlak monarşik dini şehir devleti statüsündedir. Çok büyük maddi ve manevi güce sahip söz konusu yapı ABD kontrolünde küresel jeopolitiğin önemli bir enstrümanı olarak kullanılmaktadır.
MARE NOSTRUM’UN SONU
İmparatorluk MS 395’te batı ve doğu olarak ikiye ayrıldı. Böylece kabaca 1000 yıl sürecek karanlık çağ başladı. MS 476’da kuzeyden ve doğudan gelen barbar Cermen kavimlerinin saldırıları sonunda İtalya’nın hâkimi Batı Roma çöktü ve Mare Nostrum ortadan kalktı. Akdeniz, Roma’dan sonra 11’inci yüzyıla kadar, değişik zaman dilimlerinde Bizans, Emevi, Abbasi, Norman, Endülüs, Fatimi, Frank, Haçlı, Vandal, Cenova ve Venedik savaş gemilerinin mücadelelerine sahne oldu. Yarımada pek çok şehir devleti ve bölgesel yönetimlere parçalandı. Aynen Cermenler gibi 1861’e kadar 1400 yıla yakın birlik kuramadılar. 1861 yılına kadar çeşitli evrelerde çizmenin kuzeyi ve ortası papalık devletlerinin din temelli monarşileri; güneyi ise derebeylerin etkisiyle tarıma dayalı feodal devletler olarak kaldılar. Çizmenin güneyi Sicilya Adası stratejik konumu ve donanmasızlık nedeniyle her dönem kıtasal ve bölgesel güçlerinin işgaline uğradı. Roma-Papalık Devletinin Güneyi, Napoli Krallığı ve Sicilya Napolyon’a kadar Aragon (İspanya) yönetiminde idi. Bugün Napoli’nin kuzeyi ile güneyi arasında kalan bölge arasındaki sosyo kültürel ve ekonomik farklılığın temelleri şehir devletleri, cumhuriyetler ve bölgesel yönetimlerin etki alanında kaldığı, Bizans, Emevi, Abbasi, Norman, Endülüs, Fatimi, Frank, Ostrogot, Vandal, Bizans, Kutsal Roma Cermen, Karolenj, Aragon-İspanya, Habsburg vb. gibi devletler, hanedanlar ve onlarca işgal dönemlerinin etkileşimi sonucu oluşmuştur.
DENİZCİ CUMHURİYETLERİN ORTAYA ÇIKIŞI
Orta çağda yarımadada şehir devletleri arasında gelecekte bölgesel ve küresel jeopolitik denklemleri etkileyecek iki güç, denizci devletlerin (Republiche Marinare) öncüleri olarak ortaya çıktı. Çizmenin doğusunda Venedik ve batısında Cenova tekstil, denizcilik, bankacılık, muhasebe ve sigortacılıkta ileri gittiler. Asya ile Avrupa arasında ithalat ve ihracatın hem köprüsü hem denizdeki taşıyıcısı oldular. Toscana, Floransa, Siena yün kumaşta, Milano ile Pavia ise ipek kumaşta lider oldular. Bugün İtalya’yı gelişmiş denizci devletler arasında sayıyorsak bunun kökleri orta çağda kurulan başta Venedik Cenova ve Pisa olmak üzere sekiz denizci şehir devletin denizciliğine dayanmaktadır. (Venedik, Cenova, Pisa, Amalfi, Ancona, Gaeta, Liguria/Noli, Ragusa)
DENİZİN GETİRDİĞİ REFAH VE GÜÇ
Bu durum Venedik ve Cenova’ya refah ve güç sağladı. Kapitalizmin temelleri atıldı. Özellikle Cermen kavimlerinden kaçan İtalyanlar tarafından ilk zamanlar bataklık (lagun) üzerinde 697’de yerleşim sağlayan ve 831’de ilk kez cumhuriyet olarak kurulan Venedik Cumhuriyeti doğa şartlarının olumsuzluğu ile denize çıktı ve dönemin en büyük tüccar devlet sistemini kurdu. 697’den 1797 yılına kadar neredeyse 1000 yıllık bir yaşam süreci ile rekor kırdılar. Başlangıçta Bizans himayesinde jeopolitik varlığını koruyan Venedik, Akdeniz’de gerileyen Bizans’ın deniz gücü boşluğunu doldurdu. Araplar ve deniz haydutlarına karşı lagün devleti kendini ve deniz ticaretini savunmalıydı. 11. yüzyıla girerken öyle güçlendiler ki ticari avantajlar karşılığında Bizans’ı denizden koruyacak duruma geldiler. Venedik yıllar içinde Girit, Mora, Kıbrıs ve Ege adaları gibi stratejik coğrafyalarda karasal egemenlik tesis edebilecek kadar ileri ve güçlü bir denizci devlete dönüştü. Denizden o kadar zengin oldular ki, Venedik Doçu her yıl Bucentaur isimli kadırgayla Adriyatik’e açılır ve denize Papa’nın gönderdiği bir yüzüğü atardı. Bunun anlamı Venedik’in denizle evlendiği ve tek vücut olduğuydu. Diğer yandan rakibi Cenova yanına Pisa’yı da alarak, Papalık ile kurduğu yakın ilişkiler ve Haçlı seferlerinin deniz ulaştırmasını üstlenmesi sonucu elde ettiği çok büyük navlun geliri ile donanmasını genişletti.
KATOLİK VENEDİK’İN İSTANBUL’U YAĞMALAMASI
Venedik ,uzun süre Bizans etkisi alanında kalmakla beraber 1204’te Venedik Doçu Dandola 4. Haçlı seferini Bizans’a saldırıya dönüştürdü. 1204-1261 arasında yağmaladıkları Bizans’ta Latin İmparatorluğu kurdular. İstanbul’dan yağmalanan pek çok değerli anıt ve eser bugün Venedik’tedir. 12’nci yüzyıldan itibaren İtalyan denizci şehir devletlerine Hollandalılar rakip oldular. Akdeniz’ e Hollanda gemileri varlık göstermeye başladı. Günümüzde Belçika olarak bilinen Flander’in önde gelen ticaret şehirleri olan Anvers, Bruge, Lille, Ghent, Ypres ve Brugge’de İngiliz yünü dokunuyor ve ihraç ediliyordu.
AKDENİZ’DE TÜRK DÖNEMİ
Bizans’ın veya Doğu Roma’nın 1453 yılında atalarımız tarafından sonlandırılmasıyla insanlık tarihi yeni bir döneme girdi. Batıda İtalyan şehir devleti Floransa merkezli rönesans tetiklendi. Yeni çağ başladı. Hümanizma, bilim, sanat ve keşifler de pek çok İtalyan öncü rol oynadı. Osmanlı ve Garp Ocakları ortak Türk donanmasının Doğu Akdeniz’de yaklaşık 600 yıllık Venedik merkezli bu deniz lojistik zinciri bozması; İstanbul merkezli kara ulaştırma yollarının Türklerin kontrolüne girmesi dünya tarihinde keşifler dönemini tetiklemişti. Keşifler çağının başlamasıyla Venedik ve Cenova’nın denizcilik dönemi kademeli bir şekilde geriledi. Artık İskenderiye, Levant üzerinden Venedik ve Cenova’ya deniz yolu ile; İstanbul üzerinden kara yolu ile taşınan ipek ve baharat yüklerinin Avrupa pazarlarına erişim rotası okyanus rotalarına teslim olmuştu. Artık 15. yüzyıl Avrupa’sı, kabaca 250 yıl önce Venedikli tacir Marco Polo’nun hapisteyken arkadaşına yazdırdığı ‘’Marco Polo Seyahatnamesi’nde bahsettiği “Xanadu” efsanesinde şekillenen Doğu’nun elmas, inci, altın ve baharat gibi zenginliklerine, denizler üzerinden erişmeyi başarmıştı.
VENEDİK VE CENOVA’NIN GERİLEMESİ
Venedik/Cenova bir yandan Akdeniz’de etkisi artan Osmanlı İmparatorluğu ile mücadele ederken diğer yandan dünya okyanuslarına çıkan Portekiz ile güç mücadelesine girdi. Amerikalı stratejist Modelski bu mücadeleyi 1496-1516 arasında kaydediyor. Her üç devletin mücadele ettiği deniz alanları sadece Akdeniz ile sınırlı değildi. Venedik ve Cenova, Avrupa ile İtalya arasındaki deniz ticaretinin sahipleriydi ve Atlantik Okyanusu’nu kullanıyorlardı. Sonunda Venedik/Cenova sahip oldukları gemi tiplerinde teknolojik değişim yaratamadıkları için yarıştan geri çekildiler. Yarışın finalini sonradan İspanya ve Hollanda göğüsledi. 1610 yılında Venedikli diplomatlar, hükümetlerine Hollandalılar hakkında şunları yazmıştı: “Denizlerde üstünlük için büyük gayret içindeler. O kadar üstün bir akıl, azim ve ilgi ile ilerliyorlar ki, denizciliği tüm işlerin üstünde tutuyor ve devletin güç ve güvenliği olarak algılıyorlar.”
VENEDİK’İN SONU
Türklerle mücadele Venedik ve Cenova ile papalık devletleri için 15 ve 17 yüzyıllar arasında ciddi kaynak kayıplarına neden oldu. 1538 yılında Preveze zaferinden sonra kısa bir süre Venedik ile barış yaşandıysa da Kıbrıs’ın fethi bu barışı bozdu. O dönem Türkler Doğu Akdeniz’de o kadar güçlüydü ki 1533 yılından 1565 yılına kadar Garp Ocakları ve Osmanlı filoları, 40 bine yakın İtalyan ve İspanyol’u kıyı limanlarından esir alarak, Kuzey Afrika limanlarına taşıdılar. Bir Fransız Piskoposu 1561 yılında şöyle yazıyordu: “Turgutreis, Napoli Krallığını öyle bir idam ilmeğinin içinde tutuyor ki, Malta’dan, Sicilya’dan ve başka komşu limanlardan çıkan gemiler, onun kontrolü ve tacizinden geçmeden hiçbir yere gidemiyor.” Venedik ile savaşlar aralıklarla devam etti. Osmanlının İnebahtı (1571) sonrası Akdeniz’den kademeli çekilmesi Venedik’in Akdeniz’de egemenliğini artırmasına neden oldu. 1646 yılında Çanakkale Boğazı ağzına gelerek tabyaları ateş altına alacak kadar ileri gittiler. Ancak okyanuslardaki dinamik yapıya ayak uyduramadılar. Ticaret eksenlerinin Akdeniz’den okyanuslara kayması, gemi yapım ve teknolojisinde geri kalmaları önce gelir kaybına sonra iç huzursuzluklara neden oldu ve sonunda Rönesans’ın bu öncü cumhuriyeti 1797 yılında Napolyon’un işgali ile varlığını sonlandırdı.
İTALYAN BİRLİĞİNİN KURULUŞU
İtalya toprakları 1861’de Sardunya Krallığı tarafından desteklenen kurucu lider Giuseppe Garibaldi’nin şehir devletlerini birleştirme dönemine kadar pek çok tarihsel süreçlerden geçti. Avrupa’da güçlenen her imparatorluk Katolik papalığın merkezi Roma’yı daima işgal etmek istedi. 1789 devrimi döneminde Fransız ordusu İtalyan devletleri ile savaştı. 1792’den 1799’a kadar pek çok şehir devleti Fransızlar tarafından cumhuriyete dönüştürüldüyse de 1799 yılında ortak Rus ve Avusturya orduları Fransızları yarımadadan attı. Ancak daha sonra bu devletler bu kez Napolyon’un işgaline uğradı ve bu dönemde eski şehir devletleri eşitlik, yeni fikirler ve öğretilerle tanıştı. Feodalizm yenildi. Kuzey ve orta İtalya’da milliyetçilik fikirleri bu işgallerde ortaya çıktı. Napolyon’un Waterloo yenilgisi sonrası 1815’teki Viyana Konferansı monarşileri yeniden tesis ettiyse de ok yaydan çıkmıştı. 1831’de İtalyan siyasetçi Mazzini’nin birleşme fikirleri, ardından 1848 Avrupa devrimleri bu ateşi canlı tuttu. 1859’da en liberal ve zengin krallık olan Piyemonte/Sardunya Krallığının Başbakanı Kont Cavour birleşme fikrinin öncüsü olarak Avusturya ile savaşı bir araç olarak kullandı. Fransa ile ittifak kurarak Avusturya’yı yendiler ve bu zafer birleşmenin itici gücü olarak kullanıldı. Kuzey İtalya devletleri 1859-60 seçimlerinde birleşme kararı aldılar. Güneyi birleştiren lider ise Garibaldi oldu. 1861 yılında Bourbon hanedanını ülke dışına atarak Piyemonte/Sardunya Kralı Victor Emmmanuel’i İtalya Kralı olarak ilan ederek birleşmeyi sağladı. 1871’de Roma ve Papalık devletleri de işgal edilerek birleşme tamamlanmış oldu.
İTALYA’NIN EMPERYALİZME YÖNELİŞİ
İtalya gerek şehir devletleri zamanındaki rönesans ve aydınlanma gerekse birleşme sonrasında devam eden sanayi devrimlerinde insanlığa sanatın her dalında ve bilimin her branşında sayıları yüzlerle ölçülecek büyük katma değerler kazandırdı. Birleşme sonrası nüfusu ve geliri ile paralel şekilde askeri gücü artan İtalya, diğer Avrupalı devletleri izleyerek sömürge arayışına girdi ve emperyalist bir tutuma yöneldi. Afrika’da Libya, Etiyopya, Somali’de sömürge girişimlerinde bulundu. Roma’nın, Papaların, Venedik ve Cenova’nın varisi olduğunu ilan ederek, jeopolitik etki alanını başta Afrika ve Osmanlı toprakları olmak üzere çok geniş bir sahaya yaymaya çalıştı.
İLK BAŞARISI: LİBYA’NIN İŞGALİ
1911 yılında Libya yüzünden Türk-İtalyan savaşı çıktığında Abdülhamit’in 33 yıl donanmasız bıraktığı Osmanlı, bırakalım Libya’ya yardıma gitmeyi, Ege Denizi’ne bile çıkamamıştı. Daha kötüsü İtalyan Savaş gemileri boğaz ağzına gelerek Kumkale ve Seddülbahir tabyalarını bombalamıştı. Güney Ege’de başta Rodos olmak üzere 12 Adalar savaşın daha ilk günlerinde işgal edilmişti. İtalyan Savaşının Uşi Antlaşması ile bittiği gün Balkan Savaşı başladı. Uşi Antlaşması ile 12 Adalar tekrar Türk egemenliğine geri verildiği halde, donanmasız Osmanlı, adaları savunamayacağı için İtalyanlardan geri çekilmelerini istemedi.
BÜYÜK SAVAŞTAN ELİ BOŞ ÇIKAN İTALYA
Birinci Dünya Savaşında Alman ve Avusturya ordusu ile Alplerde savaşarak müttefik cephede yer aldılar. Savaş devam ederken 19 Nisan 1917’de Fransa ve İngiltere ile İtalya, Saint-Jean-de-Maurienne Anlaşmasını imzaladı. Buna göre İtalya, savaş sonunda İzmir dahil güneybatı Anadolu’nun önemli kısmını alacaktı. Ancak bu anlaşma savaş sonundaki 1919 Paris Konferansında Yunanistan tarafından geçersiz sayıldı. Savaş bittikten sonra bu anlaşmayı kullanarak 28 Mart 1919 tarihinde Antalya’yı küçük bir kuvvetle işgal ettiler. İşgal daha sonra güneybatı Anadolu kıyılarına genişledi. Bu işgale ABD ve İngiltere karşı çıkınca Yunanistan’ın İzmir’e çıkmasına yeşil ışık yakıldı. Yunanistan, 15 Mayıs 1919 günü İzmir’i çok daha büyük bir güçle işgal etti. Böylece Türk Kurtuluş Savaşının fitili ateşlenmiş oldu. Eğer İzmir’e Yunan çıkmasaydı, savaşlar yorgunu Türk halkı yeni bir mücadele için bir araya gelmeyebilirdi. Zira İngilizlere teslim olmaya başlamışlardı. Böylece İtalya, Türk Kurtuluş Savaşına neden olacak Yunan işgalini tetikleyerek bize dolaylı olarak yeni bir fırsat penceresi sunmuş oldu. İtalyanlar İnönü zaferleri sonrası milli mücadeleye destek veren tarafa geçtiler. 5 Temmuz 1921’de Anadolu topraklarından tamamen çekildiler.
MUSSOLİNİ VE FAŞİZMİN DOĞUŞU
İtalya, kazanan tarafta olmalarına rağmen, Fransa ve İngiltere’nin aksine Birinci Dünya Savaşından jeopolitik kazanç ile çıkmadılar. Bu zaferi sakat kalmış bir zafer olarak nitelediler. Milliyetçilik alevlendi. Birliğini henüz 61 yıl önce kazanmış son 1400 yılı parçalanmış geçen İtalya, faşist lider Mussolini öncülüğünde diktatörlüğe geçti.
Mussolini ve saldırgan politikaları Atatürk Türkiye’sinin Balkan Paktını kurması, Yunanistan ve SSCB ile yakınlaşması üzerinden bölgesel girişimleri tetikledi. 1935 Ekim ayı içinde İtalya’nın Habeşistan’ı işgal etmesi Milletler Cemiyetinin küresel barış ve istikrarı korumadaki yetersizliğini ortaya koydu. Atatürk bu fırsatı kaçırmadı ve 10-11 Nisan 1936 tarihlerinde Milletler Cemiyetine verdiği notalar ile Lozan Boğazlar rejiminin değişimine neden olacak ve Lozan’dan sonra genç cumhuriyetin en önemli hukuki kazanımı olacak Montreux sürecini başlattı. 20 Temmuz 1936’da Türk Boğazlarının kesin egemenliği Ankara’ya geçti. İtalyanların Habeşistan işgali ile yarattığı fırsat, Yunan işgaline neden olmaları gibi ikinci kez Türkiye’nin jeopolitik kazancına dönüşmüştü. Mussolini durmayacaktı. Atatürk, 1937 yılında Balkan Antantı kapsamında Atina’yı ziyaret eden İnönü ile Yunan Başbakanı Metaxas’ın görüşmesinden sonra şu demeci veriyordu: ‘’Balkan müttefik devletlerinin Balkanlar’daki hudutları bir tek huduttur. Bu hududa göz dikenler güneşin yakıcı ışını ile karşılaşır. Bundan hazer etmeyi tavsiye ederim. Bu noktaya itina olundukça Balkanlar’da dostluk şâmil manasını kazanır. Balkan İttifakının insani ve medeni hedefi de budur.’’ Bu, Yunanistan’a gözünü diken Faşist İtalya ve Musollini’ye bir mesajdı. İtalya Mussolini liderliğinde İkinci Dünya Savaşında mihver devletlere (Almanya ve Japonya) katıldı. 7 Nisan 1939’da Arnavutluk’u işgal ettiler. 1940 Ekim’inde Yunanistan’ı işgal etmeye kalkıştılarsa da Yunan ordusu karşı saldırı ile Arnavutluk’a girdi ve ancak Hitler ordularının yardımıyla geri püskürtüldüler. Daha sonra Nisan 1941’de İtalyanların yapamadığını Hitler ordusu yaptı ve Yunanistan işgal edildi. 1940 yazında Libya’da bulunan İtalyan kuvvetleri, Mısır’da bulunan İngiliz kuvvetleri ile çatıştı. İtalyanların üst üste mağlubiyetleri sonucu Hitler’in orduları yine yardımlarına gitti. Topyekûn imhadan kurtuldular. 1940 Kasımında İngiliz Donanması Taranto limanında demirdeki İtalyan Donanmasına deniz hava vasıtaları ile saldırı düzenledi ve gemi batıramamalarına rağmen 8 savaş gemisini hareketten sakıt bıraktılar. Bu zafer ilk kez deniz uçaklarının torpido saldırısı ile başarıldığı için savaş teknolojisi ve taktiğinde yeni bir dönemi başlattı. (Amerikalılar bu dersle 1942 sonrası uçak gemisinden havalanan ve torpido taşıyan savaş uçaklarına önem verdiler.) Kuzey Afrika ve Yunanistan’da yaşanan büyük yenilgilerinden sonra İtalyan Donanması Mussoli’nin Mare Nostrum dediği Akdeniz’de İngiliz Donanmasını yok ederek deniz kontrolü sağlamaya yönelik son bir hamleye girişti. Ancak 28 Mart 1941’de Mataban açıklarında yapılan deniz savaşında donanmanın büyük bir kısmı batırıldı. Bir daha denize çıkamadılar. İtalyan sualtı komandoları bu büyük yenilginin intikamını 19 Aralık 1941’de İskenderiye’de yatan İngiliz savaş gemilerinin teknelerine sualtından yerleştirdikleri mayınlarla 3 savaş gemisine hasar verdiler. Bu İtalyanların İkinci Dünya Savaşında denizdeki en önemli başarısı oldu. Neticede tüm savaş boyunca değişik tonajda 180 savaş gemileri battı binlerce denizcisi öldü.
İTALYANLARIN SAVAŞÇI RUH AÇIĞI
Gerek Birinci gerekse ikinci Dünya Savaşları ortaya çıkardı ki, İtalyan savunma sanayinin üstün nitelik ve gücüne karşılık İtalyan asker ve denizcisinin savaşçı niteliği ciddi bir asimetri teşkil ediyordu. Çok nitelikli savaş gemileri ve savaş uçakları inşa edip, etkili cephane üretebiliyorlardı. (Örneğin Cumhuriyet donanması, Atatürk önderliğinde kurulurken tüm yeni muhriplerimizi ve bazı denizaltılarımızı 1925 yılından itibaren İtalya’dan almıştı.) Ancak iş sahada savaş ve direnişe geldiğinde İtalyan askeri başarılı olamıyordu. Modern dünyanın ilk denizci emperyali, 18. Yüzyıla kadar Akdeniz hâkimi savaşçı ve inatçı İtalyanlar nasıl oldu da bu hale düşmüştü? Nitekim İkinci Dünya Savaşında Mussolini rejiminin düşmesine ve Roma’nın teslim olmasını sağlayan güç ABD ve İngiltere oldu. Bu amaç uğruna Salerno ve Anzio çıkarma harekatları ile Monte Cassino’da neredeyse toplamda 10 bine yakın Amerikan askeri öldü.
PARÇALI CUMHURİYETİN DEVAM EDEN BİRLİK SORUNU
1400 yıllık parçalanmışlık geleneği İkinci Dünya Savaşında aynen Almanya’da olduğu gibi devlet aklını değil, diktatörlerin aklını öne çıkardı. 1943-45 arasında İtalya’da yaşanan iç savaş genç bir sanayi devletinin düştüğü acıklı durumu özetlemektedir. Bu savaş sonunda faşistler ve Nazi yanlıları yenildi ve ülke 1946’da cumhuriyete geçti.
ATLANTİK CEPHEYE TAM TESLİMİYET
Savaş sonrası Atlantik cephede, coğrafyası nedeniyle kenar kuşağın en kritik deniz devleti olarak yerini aldı. Halkının yaratıcılığı ve geçmişten gelen büyük bilimsel, sanatsal ve kültürel birikimi sayesinde çok önemli ekonomik başarılara imza atarak geliştiler. 1949 yılında NATO kurucu devletleri daha sonra 1957 yılında sonradan AB’ye dönüşen AET kurucuları arasında yerlerini aldılar. Bugün G7 ve G20 üyesi olan sanayileşmiş ve her alanda ileri gitmiş bir devletten bahsediyoruz. Ancak bugün bile 1400 yıllık parçalanmışlığın izlerini görebiliyoruz. Çok değerli milli güç unsurlarına rağmen sürekli hükümet krizleri ve niteliksiz siyasetçiler ile karmaşık bir iç tablo sergileyen İtalya’nın ciddi sorunları var. Örneğin bugün Kuzey Ligi olarak bilinen 1989 yılında kurulan siyasi parti İtalya’nın üniter devletten federal devlete dönüşmesini talep ediyor. Aynı parti zamanında Kuzeyin İtalya’dan ayrılmasını da savunmuştu. Bu parti kamuoyundan ciddi destek görmeye devam ediyor.
İTALYA, JEOPOLİTİK KARARSIZLIK İÇİNDE
Bugün İtalya jeopolitik gücünün farkında olmayan bir devlet konumundadır. Kendi kararlarından çok ABD, NATO ve AB arasında sıkışmış durumdadır. Nüfusu azalan, ekonomisi kısmen gerileyen, kuzey ve güney arasındaki gelir dağılım uçurumu büyüyen bir durumdadır. Ham madde kaynakları yoktur. Ekonomisi ihracata ve üretime dayalıdır. Ancak rekabet gücünü ve verimliliğini her geçen gün kaybetmektedir. Libya’dan ve diğer bölgelerden aldığı göçe rağmen nüfusu artmamaktadır. G 20 ülkeleri arasında 2050 yılına kadar nüfusu azalacak ülkelerin başlarında yer almaktadır. Libya’da yaşanan savaştan en çok etkilenen ülkedir. Gelecekte Tunus’ta bir sosyal patlama olursa bundan da etkilenecektir. Balkanlarda Türkiye ve Rusya ile iş birliğini ABD ve AB ile iş birliğine tercih sorunu ile karşı karşıyadır. İtalya da Türkiye ve pek çok NATO ülkesinde olduğu gibi nitelikli siyasetçi yoksunluğu ile karşı karşıyadır. O nedenle jeopolitik düşünce yaratıcılığı azalmıştır. Ülkenin milli güç unsurları seçkin coğrafyası ile kendi jeopolitik çıkarları için değil ABD/AB çıkarlarına hizmet edecek şekilde kullanılmaktadır. NATO ve müşterek üsler formatı altında İtalya’da Nisida ve Gaeta Deniz Üssü, Signonella Deniz Hava Üssü, Aviano, Ghedi ve Tripani Hava Üsleri ve ayrıca dört depolama kolaylığı bulunmaktadır. Bunlar ABD’nin Akdeniz askeri stratejisinde hayati önemde olan üslerdir. ABD 80 yıl önce İkinci Dünya Savaşında İtalya’da dökülen kanının faturasını İtalya’ya ödetmeye devam etmektedir. Aviano ve Ghedi üslerinde 100 civarında Amerikan B61 taktik nükleer bombaları bulunuyor. ABD, ayrıca İtalya’ya yeni orta menzilli nükleer füzeler yerleştirmek için baskı yapıyor. ABD için İtalya’nın tarafsızlığı ve Rusya ile yakınlaşması kâbus senaryodur. 1970’ler sonrası İtalya’nın komünist blokla yakınlaşması Gladyo/P2 locası ve Vatikan kullanılarak önlenmiş bu uğurda yüzlerce insan hayatını kaybetmiştir. İtalya’nın bugüne kadar kenar kuşaktan kopması ve Sovyetlerin/Rusya’nın ve bugün Çin’in etki alanına girmesinin önlenmesi için her yol denenmektedir. 9 Mayıs 1978’de Hristiyan Demokrat Başbakan Aldo Moro’nun Komünist Parti ile koalisyon kararından sonra kaçırılarak öldürülmesi; 2 Ağustos 1980, Bologna Tren İstasyonu katliamı tipik örneklerdir. İtalya kendi sosyal dengesini yerle bir edeceğini bilerek 2011 yılında Libya’ya İngiliz, Fransız ve ABD’nin vahşi saldırısına dur diyememiş aksine NATO şemsiyesi altında harekata destek vererek, Türkiye’nin benzer hatasına düşmüştür. Sığınmacı ve yasadışı göçten Akdeniz’de Türkiye’den sonra en çok etkilenen ülkedir. Fransa ile Kuzey Afrika ve Sahel bölgesinde rekabet içindedir. ABD, İkinci Dünya Savaşında kurtardığı diğer ülke Fransa’nın nükleer silahlara sahip olmasına rağmen İtalya’ya izin vermemiştir. Bu nedenle Fransa ile gerek Afrika gerekse Akdeniz’de çıkar çatışmasına girdiğinde ABD’nin tutumuna bağımlıdır. İtalya’nın Mediterraneo Allargato (Genişletilmiş Akdeniz) politikası son yıllarda ortaya atılan bir politikadır. Bu girişim Fransa ile rekabet doğuracaktır. Diğer yandan doğusundaki Yunanistan’ın tamamen bir Amerikan vekiline dönüşmesi ve silah deposu rolü oynaması İtalya’yı yarın ABD etkisinden kurtulsa bile batıda Fransa doğuda Amerikalılaşmış Yunanistan arasında sıkıştıracaktır. Bu nedenledir ki Libya’da ABD, Fransa ve Yunanistan’ın desteklediği Hafter aksine Türkiye’nin desteklediği Mutabakat Hükümetini desteklemiştir.
ASYA İLE YAKINLAŞMANIN SONU
İtalya’da Data Stampa firması tarafından 2020 baharında yapılan bir ankete göre halkın %36’sı İtalya’nın gelecekte Çin ile; %30’u ise ABD ile müttefik olmasını istiyor. Halkın %45’i Almanları; %38’i Fransızları; %17’si İngilizleri; %16’sı da Amerikalıları dost görmüyor. Buna karşılık halkın %52’si Çin’i; %32’si Rusya’yı ve %17’si Amerika’yı dost görüyor. İtalya’da Çin sempatisi giderek artıyor. Ancak halkın taleplerine devlet aynı eksende cevap vermiyor. Mart 2019’da Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, İtalya ziyaretinde 30’a yakın anlaşma imzaladı. Bu süreçte İtalya G7, NATO ve AB üyesi bir ülke olarak Çin ile Kuşak ve Yol Girişimine dahil olmak üzere mutabakat muhtırası imzaladı. Ancak 7 Haziran 2021 tarihinde Amerikan yanlısı Draghi Hükümeti bu anlaşmayı sonlandırdı. Sadece bu süreç dahi İtalya’nın jeopolitik kararsızlığını ortaya koyuyor. 24 Şubat 2022’de başlayan Ukrayna Rusya çatışması sonrası İtalya, enerji krizinden Almanya kadar etkilenmese de Rusya’ya AB yaptırımlarını uygulamaya devam ediyor. Bir yandan da ENI firması Rusya ile ruble üzerinden satış işlemlerine devam kararı alabiliyor. Bu durum bile İtalya’nın kararsız tutumunun bir işareti olarak ortaya çıkıyor. Yeni dünya düzeninin kurulduğu, çok kutuplu dünya düzenine geçildiği bir konjonktürde İtalya’nın 1400 yıllık bölünmüşlüğüne bağlı sosyo genetik kodlarından uzaklaşması kolay değil. ABD ve AB bu bölünmüşlüğü etkinlikle kendi lehinde kullanıyor. İtalyan coğrafyası ve üstün jeopolitik konumunun daha ne kadar Atlantik sistem emrinde kullanılacağını zaman gösterecek. Ancak İtalyan kararsızlığı geçmişte olduğu gibi bu dönemde de öne çıkıyor.
コメント