Enflasyon neyi tehdit eder?
Sayın Temel ERSOY yazdı
Her diktatör halk nezdindeki meşruiyetini aşındıran ve yüklü ödemeler bekleyen güçlü seçkinleri kızdıran enflasyonun mevcudiyetine yönelik riskler teşkil ettiğini bilir. Seçilmiş liderler yalnızca makamını kaybedecektir (çoğu zaman), ancak otoritaryan bir devlet çok daha kolayca tam bir çöküş yaşar.
1989'da Çin'deki enflasyona kızan işçiler, idealist öğrencilere katılarak hükümetin modern çağın en kanlı baskılarından biriyle karşılık verdiği protestolara katıldı. Enflasyon otoritaryanlar için öyle tehlikeli olabilir ki aksi halde akla bile gelmeyecek reformları tetikleyebilir. Örneğin, 1980'lerdeki enflasyon artışının komünist sistemi devirebileceğinden endişelenen Vietnamlı liderler, daha piyasaya dayalı bir ekonomiye geçtiler.
Anayasal bir sosyalist cumhuriyet olan Vietnam’da yegâne yasal parti Vietnam Komünist Partisi’dir (VKP). Hükümeti, orduyu ve bürokrasiyi denetiminde tutan VKP, 1986 yılında açık kapı politikası olarak adlandırılan ekonomik reform paketini uygulamaya koymasından itibaren geçen 36 yıllık süre içerisinde ülkenin uluslararası toplumla bütünleşmesinde başarı sağlamıştır.
Hâlihazırda VKP ülkede tek egemen güç olmaya devam etmektedir. Beş yılda bir toplanan VKP Ulusal Kongresi, ülkenin politik ve sosyo-ekonomik parametrelerini belirleyen tek yetkili organdır. Vietnam Yönetimi, ülkeyi çağdaş, uluslararası ekonomi ile bütünleşmiş, sanayileşmiş ve istikrarlı bir sosyalist ülke haline getirme anlayışını taşımaktadır. Vietnam Ulusal Meclisi 15. Dönem Milletvekilliği seçimleri 23 Mayıs 2021 tarihinde gerçekleştirilmiş olup, bir sonraki seçimlerin 2026 yılı içerisinde gerçekleştirilmesi öngörülmektedir.
Beş yılda bir seçilen üyelerinin büyük çoğunluğu Komünist Partili olan Ulusal Parlamento, Anayasaya göre usulen Cumhurbaşkanı’nın, Başbakan’ın ve Parlamento Başkanı’nın atanmasını onaylamaktadır. Yönetim piramidinin tepesinde, VKP Genel Sekreteri yer almaktadır.
2013’de İran’da yükselen enflasyon kamuoyunun hoşnutsuzluğunu öylesine derinden beslemişti ki seçmenler cumhurbaşkanlığı için daha ılımlı birini işaret ederken sertlik yanlısı ulu önderleri de onların yanında durmuştu. Otoriterliğin tüm biçimleri hassastır: tek partili devletler (Çin veya Küba'yı düşünün), monarşiler (Suudi Arabistan) veya askeri diktatörlükler (bugün Tayland, yakın geçmişte diğerleri). Fakat bir tek adam — iktidarını kendisi için ve kendisine kafa tutabilecek kurumları ezmek için güçlendiren karizmatik bir lider – bu tür krizleri daha kolay başlatabilir ve daha zor kontrol altına alabilir.
Büyüme Tehlikeli Olduğunda
Bunun çoğu, diktatörlerin genellikle nasıl iktidara geldiğiyle ilgilidir: kusurlu bir demokrasi veya bazı durumlarda askeri veya tek parti rejimi içinde yükselerek. Bu da onları bir tehdit olarak gördükleri eski sistemi yıkmaya iter. İşte burası tam da zurnanın zırt dediği yer, yani genellikle sorunun başladığı yerdir.
Erdoğan’ı iktidara taşıyan süreç de gayet tabiidir ki bizim kusurlu demokrasimiz, açgözlü ve hazineden beslenen iş adamlarımız ve siyaset alanını denetimi altında tutan çapsız ama muhteris siyasetçilerdir.
Erdoğan’ı önce cezaevine, daha sonra meclise ve başbakanlık koltuğuna taşıyan süreçte sadece CHP değil, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ve Yüksek Seçim Kurulu da uzlaşma içinde olmuş ve Siirt seçimleri bir kılıf bulunarak iptal edilmiş ve Erdoğan, açıkça inanç sömürüsü yaptığı şiirini okuduğu yerden, Siirt'ten milletvekili seçilmişti.
Michigan Eyalet Üniversitesi'nde ders veren otoriterlik uzmanı Erica Frantz, "Geleceklerine dair güvensizlik, onları uzun vadede kötü seçimler yapmaya teşvik edebilir" diyor. Kendi meşruiyetlerinin altını oyarak kurumlara ve rakiplere saldırırken, büyüme konusunda daha umutsuz ve bunun kaydığını görme konusunda daha fazla paniğe kapılırlar. Bu genellikle tehlikeli aşırı harcamaya veya Sayın Erdoğan'ın durumunda aşırı borçlanmaya ilham veriyor.
Hükümeti, firmaları çılgınca döviz kredileri harcamaya teşvik ederek, siyasi hakları kısıtlarken bile Sayın Erdoğan'ın popülaritesini koruyan muazzam bir ekonomik büyüme sağladı. Ancak, borç yükü şu anda patlamakta olan bir döviz tuzağı kurdu.
Çin, sınırsız altyapı projelerinden ve aşırı yatırımdan payına düşeni gördü. Ancak köklü bir kraliyet, ordu veya parti bürokrasisi tarafından yönetilen diktatörlüklerde, diktatörlerin genellikle yok etmeye mecbur hissettikleri bir şey vardır: kurumlar. Otoriter kurumlar pek adil ya da adaletli olmasalar bile, en azından tahmin edilebilirler ve belli sınırlar içinde bağımsız olabilirler. Bu, sorunları daha iyi yönetebilmelerini veya önleyebilmelerini sağlar.
Özellikle merkez bankası
Örneğin Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) ekonomideki kötü gidişatı maskelemek için uzun süredir döviz kurları üzerinde baskı kuruyor. Merkez Bankası'nın bu müdahaleleri Bloomberg’in haberine göre, Aralık 2021’den 20 Mart 2023’e kadar tam 128 milyar dolar büyüklüğe ulaştı. Bu yapılan müdahalenin ise son zamanlarda giderek arttığı ve rezervleri hızla erittiği görülüyor.
Araştırmalara göre, bir diktatörlüğün merkez bankası güvenilir ve bağımsız görülüyorsa, enflasyonu dizginlemek daha kolay oluyor. Ancak, diktatörlerin egemen olduğu sistemlerdeki kurumlarda sıklıkla olduğu gibi, merkez bankası keyfi veya düzensiz siyasi müdahaleye açık olarak görülürse, o zaman enflasyon kontrolden çıkabilir. Damadını maliye bakanı olarak atayan Sayın Erdoğan veya en yakın danışmanı Marksist politikacıyı Maliye Bakanı olarak atayan Bay Chavez gibi güçlü adamlar, hem kısa vadeli büyümeyi canlandırmak hem de bağımsız kurumları bir tehdit olarak görmek yerine merkez bankalarına karışma eğilimindedirler. Bu durumda yaklaşan felaketin öncüsü olarak enflasyon artar.
Güçlü Adamlar Nasıl Kriz Yaratır?
Bu tür liderler ekonomilerini başka şekillerde baltalar. 2008 yılında yapılan bir araştırmaya göre, bir ülkenin hukuk sistemi aşındığında, enflasyon yükselme eğilimindedir. Hukukun üstünlüğü yalnızca birkaç sektörde zayıflamış olsa bile, bu durum eninde sonunda bağımsız memurlar olmaktan çok sadık veya ürkek yandaşlar olarak hareket etmeye başlayan merkez bankacılarını yakalar. Çin'inki gibi bürokratik diktatörlükler, bu yasal sistemler son derece kusurlu olsalar bile, kurallarını sağlamlaştırmanın bir yolu olarak genellikle yasal sistemlerini güçlendirmeye çalışırlar.
Ancak ülkesinin hâkimlerini tasfiye eden Erdoğan gibi bir lider, yargıyı bir tehdit olarak görme eğiliminde. Diktatörler altında, ekonomik yönetim daha az yetkin olma eğilimindedir ve bu nedenle büyümeden ziyade bir balonu veya borcu şişirme olasılığı daha yüksektir. Alt düzey yetkililer, ilk görevlerinin lideri memnun etmek ve yüceltmek olduğunu bilirler, bu nedenle aşırı vaatlerde bulunmaya veya örtbas etmeye daha yatkındırlar. Sadakat, liyakati gölgede bırakır.
Daha bürokratik bir sistemde, en azından teoride, liyakat sadakatten daha baskındır. Yetkililer uzun vadeli hedefler elde edilecek ve liderlik, istenmeyen ekonomik verilerden ders çıkaracak kadar kendilerini güvende hissedecek kadar uzun bir süre görevde tutulurlar. Bu durum, bu tür liderlerin daha aydınlanmış olmalarından değil, yalnızca heveslerinin günlük imaj yönetimi yerine uzun vadeli istikrarla uyumlu olmasından kaynaklanmaktadır.
Diktatör tarzı bir kural altında, liderlerin kendileri bile bariz bir şekilde daha liyakatsiz hale geliyor. Dr. Frantz, diktatörlerin savaşta nasıl davrandığına ilişkin araştırmasında, diktatörler için akademik bir dil kullanarak, "kişisel diktatörlüklerin (şahsım devleti) her zaman doğru bilgilere veya algılaması güçlü tavsiyelere erişimi olmadığını" ortaya koydu. Kendilerini dalkavuk bir müdavimler balonunun içinde izole ederek, feci hatalara hazırlarlar.
Bu kısmi körlük politikası, ekonomik karar almayı da sınırlıyor gibi görünüyor diyor, "enflasyon oranlarının, diğer diktatörlük biçimlerinden çok, şahsi diktatörlüklerde bir yıldan diğerine önemli ölçüde daha fazla dalgalandığını" gösteren verilere atıfta bulunarak. Sonuç, genellikle, diktatörlerin sadece aşırı harcama veya aşırı borç almamalarıdır - bunu akılsızca, düzensizce ve merkez bankalarından veya diğer kurumlardan dayatılan çok az akıl sağlığıyla yaparlar. Diğer ülkelerin en azından yönlendirmeye çalışacağı krizlere dalabilirler.
Yüksek Riskli Bir Siyasi Sistem
Diktatörün güçlü seçkinlerle ilişkisi işleri daha da kötüleştirebilir. Örneğin Bay Maduro, ekonomi geriledikçe bir darbeden daha fazla korkmaya başladı, bu yüzden kaynakları askeri liderlere ve güvenebileceği bir avuç diğer güçlü kişiye aktardı.
Kendilerini rakiplerini ezmeye adamış güçlü adamlar, ülkelerinin seçkinlerinin yalnızca bazı üyelerinin desteğini alma eğilimindedir, bu yüzden onları mutlu etmeleri gerekir. Bu üyeler genellikle ortaya çıktıklarında kazançlı olan ancak modası geçmiş olabilecek sektörlere ait olduklarından, bu durum ekonomiyi bozabilir. Sayın Erdoğan'ın aşırı borçlanmanın büyük kısmının gerçekleştiği inşaat coşkusu ders niteliğinde olabilir.
Analistler yıllarca bu modelin Çin'i mahvedebileceğini düşündüler. En güçlü figürleri, ülkenin ekonomisini dönüştürmek için ihtiyaç duyduğu tüketici endüstrileriyle çelişen politikalardan yararlanan geniş çelik ve inşaat imparatorluklarını kontrol ediyordu. Birçoğu, eski sanayicilerin bu tür değişiklikleri engelleyeceğini varsaydı.
Oysa çelik baronları, kendi yakın çevresi hakkında endişelenmesi gereken yalnız bir tek adam yerine geniş bir otoriter bürokrasi tarafından daha kolay biçimde dize getirildi. Derin sıkıntı içinde olsa da, kendi kolektifleri ve kurumlarına sahip bir monarşi olan Suudi Arabistan bile belirli bir eski elitin aleyhine olan değişiklikleri zorunlu kıldı. Bir diktatörün güvensizlik duygusu kötü seçimlere yol açsa da, altında yatan korku mantıklıdır. Tek adam sistemleri, çökmesi dünyanın en baskıcı devletlerinden bile daha fazla olası hükümet biçimidir.
Ancak lira değer kaybederken, en büyük riskler, sadece ekonomik açıdan değil, Sayın Erdoğan'ın vatandaşları tarafından yükleniliyor. Cornell Üniversitesi'nden siyaset bilimcisi Tom Pepinsky, Twitter'da karamsar bir şaka yaptı: "Kolayca günah keçisi ilan edilebilecek bir Türk politikacı veya sosyal grupsanız, şimdi toz olma zamanı."
Gelelim kabahat kimde sorusuna. Nazım’ın dediği gibi “kabahatin çoğu onda”. İlkokul seviyesindeki bilgisiyle ülkenin ekonomisini yönetmeye çalışıyor. Son yıllardaki TRY para arzına bakın. Ancak Erdoğan’ın kontrolündeki Cumhuriyet Merkez Bankası faiz oranlarını düşürmeye devam ediyor.
Econ101 bigi seviyesindeki herkes bu politikanın sonunu hayalinde canlandırabilir. Sonu enflasyon ve sefalet. Ancak ona bu kararları aldıran ve yakın çevresini yüksek duvarlarla çeviren doymak bilmez işadamları ve bürokratların, yani sistemin kusurunu gözardı edersek de sorunu çözemeyiz. Yani Erdoğan giderse sorun biter anlayışına pek fazla bel bağlamamak gerekir.
Erdoğan Ne Kadar Bozuk (Corrupt anlamında)?
Esasında hakkında bu konuda söylenebilecek her şey bütün ayrıntılarıyla söylendi. Ayrıca Erdoğan’ın ülkeyi iyi mi yoksa kötü mü yönettiği sorusunun cevabı da arandı. Konsensus Araştırma ve Danışmanlık tarafından “Türkiye Gündemi Araştırması Aboneleri” için 10 – 30. Aralık 2017 tarihleri arasında 21 gün süren bir saha araştırması gerçekleştirilmiştir.
Araştırmaya katılanlara «Sizce, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye’yi iyi mi yönetiyor, kötü mü yönetiyor?» sorusu yöneltilmiştir. Araştırmaya katılanların %2’si «bilmediğini» belirtmiştir. %2’lik kesim ise cevap vermemiştir. Bu soruya düşüncesini belirterek cevap verme oranı %96’dır.
Sizce, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye’yi iyi mi yönetiyor, kötü mü yönetiyor? | Frekans | Yüzde | Geçerli Yüzde |
İyi yönetiyor | 652 | %43 | %45 |
İdare eder | 226 | %15 | %16 |
Kötü yönetiyor | 573 | %38 | %39 |
Geçerli Toplam | 1451 | %96 | %100 |
Bilmiyor | 27 | %2 | |
Cevap yok | 22 | %2 | |
Geçersiz Toplam | 49 | %4 | |
Genel Toplam | 1500 | %100 | |
Bu soruya düşüncesini belirterek cevap verenlerin %45’i Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Türkiye’yi, «iyi yönettiğini», %39’u «kötü yönettiğini», %16’sı ise «idare ettiğini» belirtmiştir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Türkiye’yi «iyi» yönettiğini düşünenler çoğunluktadır (%6).
Ne dersiniz? Bu sonuçlar Cumhurbaşkanlığı Seçimi II. Tur sonuçları ile de uyumlu değil mi?
Ancak ben yine de bu konuda bir şeyler söylemek istiyorum.
• Vergileri artırdı reel gelirleri düşürdü. Bu da milyonlarca insanın açlığa (ölüme değil, ama yine de kötü) mahkûm olmasına sebep oldu.
• Halkı açlık içindeyken, 1100+ odalı sarayında ve altın tuvaletlerde yaşıyor.
• Lira daha önce hiç bu kadar değersiz olmamıştı.
• Koltuğunu korumak için sahte bir darbe sahneledi.
• “Darbe”yi engellerken çocuklar dâhil kendi halkını öldürdü.
• Sözde “Darbe” gerekçesiyle iktidarı süresince asker ve sivil yüzbinlerce masum insanı tutukladı.
Bütün bunlar tek adam yönetimlerinin tipik özellikleridir. O halde yanıtımız belli. “Çok”. Bence sistem ondan daha iyisini bulamazdı.
Comments