Sayın Mümin KIR yazdı
Klasik ekonomide, üretim faktörleri olarak bilinen ve doğa, emek ve sermayeden oluşan faktörlere üretim faktörleri denilmektedir ki günümüzde bu faktörlere artık “girişimci” de eklenmiştir. Bir varlığın üretim faktörü olarak nitelendirilmesi için o varlığın üretilen bir ürünün (malın) yani çıktının üretiminde kullanılması gerekir.
Deniz Kartalı Gazetesi ve POYRAZ-MAVİ VATAN Grubunda yayınlanan bir önceki yazım (Mississippi Balonu)da kısaca değindiğim üzere, Fransa 1720lere kadar dünyanın en önemli ekonomik, siyasi ve askerî gücü olarak boy göstermiş ancak yaşanan finansal kriz sonucunda bu üstünlüğünü İngiltere’ye kaptırarak 1789 yılında Fransız ihtilali ile karşı karşıya kalmıştır. Hegemonik üstünlüğü kazanan ve kendine has finansal ve siyasi yönetim becerisiyle İngiltere hem dünyadaki sanayi devriminin başlatıcısı hem de büyük kraliyet donanması ile ikinci dünya savaşının sonuna kadar devam edecek bir hükümranlığın efendisi olmuştur.
Endüstri I.0 veya I. Kuşak Sanayi Devrimi denilen bu dönemde makineleşmeyle birlikte kol gücüne dayalı evlerde, küçük atölyelerde yapılan üretimden büyük fabrikalara geçilmiştir. Kitle üretim teknolojilerindeki bu gelişmeler-buharlı gemilerin kıtalararası kullanılmaya başlamasıyla-dünya ticaretini arttırmış olmakla birlikte, emek sömürüsü de olabildiğince artmıştır. Bunun doğal bir sonucu olarak, birim üretimden kitle üretimine geçilen bu dönemde İngiltere; zorlu çalışma koşulları nedeniyle ilk sendikal hareketlerin de başladığı yer olmuştur. Zira, endüstri devrimiyle birlikte, çalışma kavramı “ücretli çalışma” şekline bürünmüş, yaşam hızla endüstri şehirleri etrafında yoğunlaşmış, zaman ve mekân kavramları derinden etkilenmiş, çalışanların zamanları alınıp satılan bir metaya dönüştürülmüştür. Fabrikasyon üretim, doğası gereği birtakım standartları beraberinde getirirken, bunun karşılığında; ağır iş yükü, kente göç, kadın ve çocuk işçi çalıştırma gibi sorunlar baş gösterirken, bilinçli işçi sınıfı hareketleri de aynı dönem içinde gelişmeye başlamıştır.
Bütün bu önemli gelişmeler, çalışanların kayıtlarının tutulması, ücret ödenmesine ilişkin bordroların düzenlenmesi gibi fonksiyonel işlevleri gerekli kılmış ve ilk defa “personel yönetimi” bölümlerinin ortaya çıkmasına da zemin oluşturmuştur. Her ne kadar elektriğin bulunduğu ve enerji elde edilmesinde kömür yerine petrolün kullanılmaya başladığı endüstri 2.0 olarak tabir edilen dönemde Frederick Winslow TAYLOR, 1911 yılında “Bilimsel Yönetimin İlkeleri”ni yazarak; uzmanlaşma, hareket ve zaman etütleri yoluyla verimlilik ve üretimi artırmayı hedeflemiş ve ilk zamanlar bunda başarılı olunmuşsa da, bunu takip eden endüstri 3.0, 4.0 ve 5.0 olarak ifade edilen tarihsel ve endüstriyel süreçte, klasik personel yönetimlerinin, insan kaynaklarına evrildiği ve bununla da yetinilmeyip, stratejik insan kaynakları yönetimlerinden hareketle insanın bir kaynaktan ziyade bir kıymet olduğu tartışmalarının ötesine geçildiği bir döneme gelinmiştir. Daha doğrusu, demokrasileri, teknoloji ve sanayileri gelişmiş ve insan hakları ve hukukun üstünlüğünün esas alındığı veya insani gelişme endeksine göre, “Gelişmiş Ülke” kapsamında olan ülkelerde durum böyledir. Çünkü artık, ulusların zenginlikleri, entelektüel sermaye endeksleri üzerinden ölçülmektedir.
Kavramsal Olarak Entelektüel Sermaye:
Geçmişten günümüze süregelen insanların içinde oldukları sosyoekonomik ilerlemeler, aşama olarak; ilkel toplum, tarım toplumu, sanayi toplumu ve son olarak da bilgi toplumu olarak ele alınmaktadır. Aşamalar arası geçişler bazı gelişmelerin etkisiyle ortaya çıkmıştır.
Tarımın ortaya çıkmasıyla ilkel yaşam tarzı terk edilerek yerleşik hayata geçiş yapılmıştır. Benzer şekilde sanayi devriminin gerçekleşmesiyle de sanayi toplumu aşamasına geçiş yapılmıştır. Son evrede ise insanın emeğinin yerini bilgi, makinenin yerini ise bilginin yarattığı bilgi teknolojisi almıştır. Bu aşamada literatürde "bilgi toplumu", "bilgi çağı", "bilgi ekonomisi" gibi terimlerle açıklanmıştır. Ekonomik faaliyetler kişilerin davranışlarını belirleyen en önemli unsurlardan olan iktisadi davranışlarının ekonomik ihtiyaçları ile birleşmesi ile ortaya çıkmaktadır. Finansal açıdan girdinin sağlanması işletmeler için yıllar boyu yeterli kabul edilmiştir. Finansal yönetim şeklinde ifade edilen bu yeterlilik zamanla yerini işletmenin sahip olduğu tüm varlıkların yönetilmesine, diğer bir ifade ile varlık yönetimine bırakmıştır. Bugün ise artış gösteren globalleşme ve rekabet ortamı işletmeleri, sahip oldukları varlıkları verim düzeyi en yüksek olacak şekilde yönetmek için gerekli stratejik kararları almaya yöneltmiştir. Entelektüel kelimesi kökeni Latince "interlectio" sözcüğünden gelmektedir.“Lectio”okuma, "Inter" "arasında" anlamını taşımakta ve "ilişki veya kesişmeyi” ifade etmektedir.
Entelektüel sermaye tanımı ilk olarak John Kenneth Galbraith tarafından “entellektüel eylem” olarak kullanılmaktadır. Yani, entelektüel sermayenin statik bir sermaye biçiminden ziyade dinamik bir yapıya sahip olduğunu ifade etmektedir.
Özetle; günümüzde bilgi toplumunda işletmelerin piyasa değerinin önemli bir kısmını; ölçülmesi zor, muhasebe kayıtlarına yansımayan varlıkları oluşturmaktadır. Maddi olmayan bu varlıkların şirketlerin piyasa değerleri içindeki oranı hızla artmıştır. Stewart’a göre (Thomas A. Stewart, Ohio Eyalet Üniversitesi'ndeki Fisher College of Business'taki Ulusal Orta Piyasa Merkezi'nin Yönetici Direktörüdür. Yönetim danışmanlığı firması Booz & Company'de Pazarlama ve Bilgiden Sorumlu Başkan olarak çalıştıktan sonra NCMM'ye katımıştır) entelektüel sermaye, örgütün beyin gücüdür ve geleceğin para birimi olarak tanımlanmaktadır. Entelektüel sermaye soyut zihinsel kazanımlardır. Bir işletmenin defter değeri ile entelektüel sermayesi birleştiğinde piyasa değeri oluşmaktadır ve şöyle formüle edilmektedir: Entelektüel Sermaye = Yetenek x Bağlılık.
Entelektüel Sermayenin Genel Unsurları:
İnsan Sermayesi: Bir işletmenin amacı doğrultusunda yatırım yapılabilecek, çalışanlarının sahip olduğu açık ve /veya örtülü bilgilerdir. Çalışanların sahip oldukları bilgi birikimini işletme sorunlarına uygulayabilme yeteneğidir. İnsanların zihinlerinde taşıdıkları soyut kazanımlardır. Emeğin kişide vücut bulmuş hâlidir. Çalışanların katılım ve yeteneklerini kapsar. İçeriğini: Eğitim, öğrenme ve gelişme, deneyim, zihinsel yetenekler, yetkinlikler, tutumlar, duygusal zekâ, yaratıcılık ve yenilik, katılım, personeli elde tutma, aidiyet, kişisel gelişim, ekip çalışması, iletişim, dostluk, esneklik, iş tatmini, liderlik vb. belirler. Bilgi, beceri ve davranışlar olmak üzere üç ana başlıkta toplanır. Kısaca çalışanların işe ilişkin motivasyon ve tutumları, zihinsel çeviklikleri ve yetkinlikleridir. Zihinsel çeviklik, sorunlara yeni çözümler üretmeyi ve değişime uyumu kolaylaştırır. İnsan sermayesi stratejiyi başarıya götürecek etkiler doğurur. Firmaya başarıyı getirecek en önemli unsurdur.
Yapısal Sermaye:
Yapısal sermaye, bir örgüt olarak işletmenin sahip olduğu yöntem ve politikalar biçiminde kurumsallaştırılmış bilgi, teknolojilerden veri tabanları, kayıtlar ve çeşitli biçimlerdeki belgelemeye, yönetim felsefesinden örgüt kültürüne, finansal ilişkilerden patentlere kadar bütün unsurların karışımını ifade eder. Yapısal sermaye, entelektüel mülkiyet unsurları ve üst yapı unsurları olarak işletme yönetimiyle yapısal sermayeyi meydana getirmektedir.
İlişkisel Sermaye:
İlişkisel sermaye, organizasyonun müşteri, tedarikçi ve toplumun geri kalan kesimiyle ilişkisinin değerini ortaya koyar ve söz konusu kişilerin organizasyona bağlılıklarını ifade eder Entelektüel sermayenin üç genel unsuru (insan sermayesi, yapısal sermaye ve ilişkisel sermaye (müşteri sermayesi) içinde değeri en belirgin olan müşterilerdir. Günümüzde işletmelerin temel amaçlarından biri olan kârı elde edebilmelerinin gerekli araçlarından birisi müşteri memnuniyetini sağlamaktır.
Entelektüel Sermayenin Boyutları:
Yaşam alanları ve kaynaklar gittikçe tükenmekteyse de insan oğlunun bitmek tükenmek bilmeyen ihtirasına bencilliği de eklenince ve dünya artık her ne kadar “küresel köy” (global village) olarak tanımlanıp bu anlayışa göre tasarlanmaya ve disipline edilmeye çalışılsa da gerçek olan tek şey aklını kullanabilen ulusların ayakta kalabileceğidir. Şimdilik finansal getiri sağlayan üretim araçları ve kaynaklara sahip olsalar bile, iktisadın en temel ve basit kuralı, insanoğlunun akıl almaz sarhoşluğu ve zihinsel tembelliği kaynakların sınırlı olduğunu ancak ihtiyaçların sınırsız olduğu gerçeğini uluslara ve devletlere unutturmaktadır. Zira artık ulusların zenginlikleri entelektüel sermaye üzerinden ölçülmektedir. Dolayısıyla girişimciler, şirketler, çeşitli özel sektör uygulamaları üzerinden açıklamaya çalıştığım entelektüel sermaye, günümüzde çok ulusluluk, uluslar ötesi veya iktisadi ve ekonomik paktlar olmak üzerinden hangi sıfatı taşırlarsa taşısınlar, uluslararası alanda varlık ve kalıcılık ile yurtiçi refah ve gelişmişlik için devlet ve özel sektörün birlikte hareket etmesini ve çalışmasını zorunlu kılmaktadır.
Günümüzde bir şirketi değerlendirirken sadece fiziksel ve finansal sermayelerini dikkate alan yöneticiler, yatırımcılar ya da konuyla ilgili herhangi biri nasıl ki Titanic’teki bir yolcu olmaktan ileriye gidemeyecekse, devletler de aynı gerçekle karşı karşıyadır. Çünkü buz dağı sadece görünür kısmıyla değerlendirilmekte ve asıl gücü oluşturan ve görünmez varlıkları temsil eden entelektüel sermaye göz ardı edilmektedir. Oysa nasıl ki bir şirketi geleceğe taşıyacak olan unsur, bünyesinde çalışan insanların yarattığı değerlerin, şirket stratejilerinin, yapısının, sistem ve süreçleri ile şirketin müşterileri ve toplumla kurduğu ilişkilerin toplamından oluşan entelektüel sermaye ise, şirketlerden çok daha büyük ve karmaşık ilişkilerden oluşan devlet ve özellikle ulus devlet dediğimiz sistemlerde ancak ve ancak bünyelerinde bulunan entelektüel sermayeleri sayesinde gelişmekte ve uluslararası alanda üretici ve söz sahibi olmaktadırlar.
Küresel Entelektüel Sermaye Savaşında Türkiye:
Son derece kısıtlı entelektüel birikimini yani eğitimli ve uzman nitelikli insan kıymetini millî mücadele ve öncesi savaşlarda çok acı bir şekilde yitiren Genç Türkiye, bütün imkansızlıklara rağmen, Büyük Önder Mustafa Kemal ATATÜRK’ün her zamanki muhteşem dehası ve öngörüsüyle iktisadi ve finansal alandaki atılımları gerçekleştirirken entelektüel sermayesinin gelişimi için her türlü çareye başvurmuş ve bu sayede Genç Cumhuriyet nitelikli entelektüel sermaye konusunda dünyaya örnek gelişme ve ilerlemeler kaydetmiştir. Türkiye Cumhuriyeti ve dostlarını son derece mutlu eden bu gelişmeler, doğal olarak düşmanlarımızı ve dost görünen düşmanlarımızı son derece rahatsız etmiştir. Maalesef Büyük Önderin vefatı ve onu takip eden yıllarda gerek siyasi gerek iç ve dış çekişmeler ve gerekse ekonomik ve askerî nedenlerle devletin entelektüel sermaye birikiminde yavaşlamalar, dağınıklıklar ve hatta gerilemeler yaşansa da temelleri çok sağlam atılmış gelişim süreci her şeye rağmen devam etmiştir.
Yaşadığı siyasi iç kavgalar ve “öz evlat” yetiştirme konusundaki sıkıntılar ve sorunlar, ülke yöneticilerine gerçek tehlikeyi ve düşmanı unutturmuş ve nihayetinde düşman çeşitli stratejik ve taktik manevralar ile her türlü dini, siyasi ve ekonomik istismar vasıta ve elemanlarını ile iç işbirlikçilerini kullanarak entelektüel sermaye ve birikimimizi adım adım yok etmeye başlamıştır.
Tarihsel yanlış ezberler sonucu özellikle 2002 yılından itibaren verilen yanlış kararlar, emperyalist odakları ve onların hizmetkarları, yetişmiş ve nitelikli insan gücüne büyük bir saldırı ve imha konusunda cesaretlenmiş, bu konuda siyasi irade ve kamuoyunu iyi niyetli olarak eleştiren ve çözüm yolları öneren birçok bilim insanı, akademisyen, asker, öğretmen, hukuk insanı, yer bilimci vb. hemen her meslek ve uzmanlık alanından insan kıymeti maalesef heder edilmiştir. Özel sektörün bir kısmı da dahil olmak üzere yetişmiş ve nitelikli insan kaynağını barındıran neredeyse tüm kurum kadroları tasfiye ve revize edilerek bu kadrolar emperyalist hizmetkarları tarafından ele geçirilmiştir.
Bu süreç içinde emperyalist güç odaklarının psikolojik harekât vasıtaları ile en sinsi ve kalleş unsurları Türk Silahlı Kuvvetlerini de hedef almış, savunma reflekslerini yok etmeye kalkmıştır. Ve maalesef 15 Temmuz 2016 tarihinde iç ve dış destekli ihanet şebekelerinin birlikte tertiplediği ve gerçekleştirmeye çalıştıkları menfur darbe girişimi Gazi Meclisin bombalanmasına varacak kadar alçaklaşmıştır.
Ancak, entelektüel sermayemize verilen bu kadar zarar ve ziyana rağmen şahsen ben, bu kayıpları telafi edecek derslerin yeterince alınmadığı ve bu kayıp ve ziyanların telafisi yönünde tedbirler alınmadığını görmekte ve düşünmekteyim. Bütün bu gelişmelere ve yaşananlara rağmen örneğin Balyoz, Ergenekon, Casusluk (vb.) gibi birçok kumpas davalarıyla ne yapılmak istendiğinin bazı çevrelerce hala kavranamamış olması, Türk Silahlı Kuvvetlerinin genetik yapısının değiştirilme çabaları, askerî liseler ve astsubay hazırlama okulların kapatılması gibi uygulamalar derdimizin ve dersimizin devam edeceğine yönelik üzücü emarelerdir. Her ne kadar örneği silahlı kuvvetlerle ilgili olarak verdiysem de ülkemizin entelektüel sermayesi ve birikimine katkıda bulunacak neredeyse tüm kamu kurumlarının gerekli pozitif bilim ve rasyonel bir anlayışla donatılması gerekliliği hala ciddiyetini korumaktadır.
Sonuç ve Öneriler:
Kullanıldıkça değeri artan bir varlık olan entelektüel sermaye, bilgiye dayalı rekabetin yaşandığı günümüz dünyasında uyandırılması gereken bir devdir. Bunun farkına varamayan şirketler, uluslar ve devletler gün geçtikçe entelektüel erozyona uğramakta ve bir noktada verimsiz, katma değer üretemeyen devletler haline dönüşmektedir. Bu durumu engellemek için önce entelektüel sermaye tanımlanmalı ve ortaya çıkarılmalı, sonrasında ise sürekli gelişimi sağlanmalıdır. Ayrıca yıllardır, liyakatsiz ve haksız uygulamaların ellerine teslim olmaktansa, ısrarla yurtdışına giden en değerli varlıklarımızın bu gidişleri mutlaka durdurulmalı yukarıda da arz ettiğim gibi yalnızca platformlar ve finansal önlemlerle bu ülkenin kalkınacağı ve bağımsızlığını koruyabileceği yanılgısından vazgeçilmeli ve entelektüel sermayemizi son derece olumsuz etkileyen demografik değişime acilen son verilmelidir. Ayrıca unutulmamalıdır ki; her şeye rağmen Türkiye Cumhuriyeti’nin asil ve yurtsever evlatları tasfiye edilmiş, hapse atılmış, iftiralara uğramış ve kırılmış olsalar bile görev tevdi edildiğinde, bir an bile düşünmeden Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Büyük Türk Milletinin emrindedirler. Çünkü onların entelektüel birikimleri ve inançları şöyle der:
SÖZ KONUSU VATANSA GERİSİ TEFERRUATTIR.
Comments