CHP neden yerinde sayıyor?
Sayın Temel ERSOY yazdı
Bu bağlamda ana muhalefet partisinin durumunu da ele almak gerekir. Türkiye'nin en eski ve çeşitli aşamalardan geçmiş partisi, son on yıllarda oy oranını yüzde 25'lerden yukarıya çıkaramıyor. Bir partinin seçmenlerden dörtte birini temsil etmesi ve bunda aşağı yukarı istikrar sağlaması üzerinde durmaya değer bir başarı ise de onu asıl başarılı saydıracak olan iktidara gelecek kadar oy alması olacaktır.
CHP’nin son 10 yılına, Kılıçdaroğlu dönemine bakarsak, yüzde 25’lik oy oranına çakılı bir parti konumunda. Evet, son yerel seçimlerde bir başarı hikâyesi var, Türkiye geneline baktığımızda yüzde 30’u yakaladı ama 2020 Ocak ayından itibaren yapılan tüm kamuoyu araştırmalarına göre tahminler çoğunlukla yüzde 25 bandında ya da altında. Yani kimine göre ittifak partilerinin iş birliği ve HDP seçmeninin desteğiyle gelen başarı ya da yerel seçimlerde oranlar hep 2-3 puan yüksek çıkar tezlerini doğrular gibi bir durum söz konusu.
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) son 21 yılda en büyük başarısına yüzde 26 oy aldığı 2011 seçimlerinde ulaştı. 2010 yılından bu yana CHP Genel Başkanı olan Kemal Kılıçdaroğlu, 2011 seçimlerinden sonra partisinin oy oranını artıramadı.
CHP 1973 seçimlerinde oy oranını yüzde 33'e çıkarmış, ileri ki yıllarda Türkiye solu daha da genişletilmiş ve 1977 seçimlerinde Bülent Ecevit liderliğindeki CHP'nin oy oranı yüzde 41'e kadar yükselmişti
Gerçi Kılıçdaroğlu buna artıramıyor demenin haksızlık olacağı karşılığını vererek, “Beklediğimiz kadar yükseliyor mu, belki onu tartışmak lazım” diye farklı bir tanım getirdi ama öyle ya da böyle CHP’nin kendini yenileyen bir taban gücü bulamadığı çok açık. Bir başka deyişle, bugüne dek CHP’nin hem tabanına hem de sokaktaki insana umut olması için yenilenmesi konusundaki söylemler ve atılan adımların pek yararı olmadığı ortada.
CHP Milletvekili Gürsel Tekin Eylül 2020’de bu soruya olgunlukla ve gerçekçi biçimde şu yanıtı veriyor; “Önce şunu söyleyeyim; CHP oyunu artırıyor, artırmaz değil. Bir kere öncelikle uzun süredir bizim yani en azından benim de Sayın Genel Başkan’ın da özlemi projelerimizi 2015 yılında CHP yapmıştı ama siz onu satamıyorsanız, pazarlayamıyorsanız kusuru kendinizde arayacaksınız, vatandaşta aramayacaksınız. Vatandaşa gideceksiniz, tek tek anlatacaksınız. Parti örgütlerinin, ilçelerinin, illerinin, belediye başkanlarının görevi bu. Eğer bu görevi yerine getirmezseniz, o zaman vatandaş da CHP arasında bir bilinmezlikle karşı karşıya kalır. Bizim ulaşamadığımız, gidemediğimiz vatandaşlar CHP’yi ancak Demirel’in, Özal’ın, Erbakan,’ın, Erdoğan’ın anlatımıyla biliyor. Siz gidip anlatamamışsınız. Siz kendinizi anlatırsanız durum değişir. Değişti de... Sadece bunları anlatacaksınız ama ne yazık ki anlatım konusunda bir sıkıntımızın olduğu da çok açık, net.”
Aynı Gürsel Tekin, ki uzun yıllardır siyasetin içinde olduğu için deneyimli bir siyasetçi olması gerektiğini varsayıyoruz, TV100’de katıldığı bir programda söylediği, “Benim hiç geri vitesim yok. HDP’ye bakanlık elbette verilebilir” sözleri üzerine İYİ Parti yönetiminden sert tepkiyle karşılaşırken, HDP milletvekilleri de tartışmanın aldığı boyutu eleştirdi.
Gürsel Tekin 2020’deki açıklamalarına şöyle devam ediyor; “Bunun çeşitli nedenleri var. Birincisi, uzun süredir, örneğin doğuda, güneydoğuda orta Anadolu’da kısmen Karadeniz’de çok zayıf olmamızın nedeni kendimizi ifade edememişiz. Kendimizi anlatamamışız, gitmemişiz. Daha çok parti içi meselelerle meşgul olmuşuz, delegeyle meşgul olmuşuz. Mesela ben ortada bir örneğim. Sokaktaki vatandaşa sorduğunuzda çok rahatlıkla Gürsel Tekin’i tanıyorlarsa, temel sebebi, Gürsel Tekin 81 il, 86 bin kilometre dolaşmış. 603 mahalle bilirim İstanbul’da. Size 7-8 tane mahalle söylesem, oraları hiçbir siyasetçi veya kamu yöneticileri de bilmeyebilir. Yani yapılması gereken, CHP’nin hele böyle kritik bir süreçte seferberlik ilan etmesi lazım; ilçeleriyle, illeriyle, bütün yöneticileriyle gidip kendini anlatacak. Bakınız, Sayın Genel Başkanımız daha 45-50 gün önce 13 madde açıkladı. Bunların sadece kurultay salonunda kalmaması lazım. Sokağa, ahaliye inmesi lazım ve CHP’nin seferberlik ilan etmesi lazım.”
Peki bu eleştirrileri yapan narsist Gürsel Tekin’in partideki görevi ne? 4 Ağustos 2010 tarihli CHP Parti Meclisi toplantısında 48 üyenin oyuyla MYK üyeliğine seçilmiş. Ardından CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu tarafından Tekin'in Genel Başkan Yardımcısı olacağı basına duyurulmuş ve İletişim, Tanıtım ve Medya ile İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı görevini yürütürken 8 Mayıs 2014 tarihinde CHP Genel Sekreterliğine getirilmiş, Ocak 2016 yılına kadar bu görevde bulunmuş. Tekin 23-24-25-26.dönem İstanbul milletvekilliği yapmış. Bu söylediklerini yapacak zamanı belli ki bulamamış Gürsel tekin.
Tekin, 4 Haziran 2023 tarihinde Gazeteci Uğur Dündar’a gönderdiği mektupta şu ifadelere yer veriyor:
“2011 seçimlerinde Örgütlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı idim. Seçim sonuçlarını analiz ettik. 7 bin 524 sandıkta hiç oy almadığımızı gördük. Sıfır çekmiştik. Hemen bu sandıklardaki tüm örgütlerimizi tasfiye ettik. Bu sandıklara özel bir çalışma yaptık. Tek tek sandıkları analiz ettik. Hatta özel bir çalışma planlayarak bu sandıklarda oy kullanan vatandaşlarımıza Sayın Genel Başkan ile gittik. Evlerini ziyaret ettik. Sohbet ettik. Sonuçta bu sandıklarda oyumuz arttı.
Bu çalışmalar devam edebilirdi. Ben Örgütten Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı görevinden ayrıldım. 2018 yılında baktık. 11.760 sandıkta yine hiç oy alamamışız! Bu sandıkların gereken analizi ne yazık ki yapılmadı, bu sandıklarda oy kullanan vatandaşlarımıza yönelik bir çalışma da bu sandıklardan sorumlu olan örgütlerimizin yenilenmesi de masaya yatırılmadı.
2019 yılında yine uyardım. O zaman Cumhurbaşkanı Erdoğan sandık görevlilerine bir açıklama yaptı. Dedi ki: ‘Seçimle ilgili her türlü tedbiri aldık. Sandıklarda görevli tüm arkadaşlarıma sesleniyorum; oradaki güvenlik görevlilerinden yardım isteyin.’ Bu çok açık bir talimattı. O zaman dedim ki ‘CHP acilen her sandıkta en az 3 görevli bulunduracak şekilde organize olmak zorundadır. Bu konudan görevli Genel Başkan Yardımcısı ve arkadaşlarımız var. 24 Haziran’da yaşanılandan gereken dersin alındığını umuyorum.’ Maalesef bu durum da göz ardı edildi!..
2020 yılında sandık güvenliği ile ilgili uyarılarda bulundum. Hem Sayın Genel Başkanımıza bir mektup yazdım hem de televizyon ekranlarından kaygılarımı ilettim. Ne yazık ki bu uyarılarım da karşılık bulmadı! Görevli arkadaşlar her şeyin yolunda olduğunu, tüm sandıklarda çalışmaların sürdüğünü ifade ettiler.
Hatta parti kültürümüze aykırı bir şekilde Sayın Genel Başkan’ın etrafındaki bazı kişiler bazı televizyon kanallarına çıkmamı engellemeye çalıştılar. Bu tarihten sonra da çeşitli zamanlarda uyarılarımı ifade ettim. Seçimden iki hafta önce bile sandık güvenliği konusunda kaygılarımı çeşitli vesilelerle ilettim.
Sonuçta ne yazık ki acı bir tablo ile karşılaştık. 14 Mayıs’ta yapılan seçimlerde 17 bin sandıktan veri alamadığımız ortaya çıktı. Bu tutanakları daha sonra ilçe başkanlıklarından aldık. 2,5 milyona yakın oyun kullanıldığı, seçim sonucunu da etkileyebilecek sandıklarda organizasyonumuz hâlâ yetersizdi!..
Mustafa Kemal’in hikayesini bir kez daha hatırlayalım. Organizasyon bozukluğu varsa dünyanın en iyi orduları da yenilir. Çağdaş imkanlar bu kadar yüksekken, bu kadar heyecanlı ve sandıkların başında durmaya istekli bir halk varken, biz neden hâlâ bu sıkıntıları yaşıyoruz? Parti geçmişimizden, daha önceki tecrübelerden, yaptığımız ve başarılı olmuş uygulamalardan neden ders çıkartmıyoruz?
Seçimden seçime çalışma diye bir şey yoktur. Bir siyasi parti 7/24 seçim için çalışır. Bir seçim biter, diğerini kazanmak için hemen harekete geçilir. Örgütlerimiz her an sokakta, her an vatandaşın yanında, her an halkın içerisinde olmak zorundadır. Sadece sosyal medya ve internet üzerinden bireysel şikayetlere, çok paylaşılan içeriklere ve serzenişe dayalı bir kampanya yürütmek başarısızlığın da anahtarıdır.
14 ve 28 Mayıs seçimlerinden herkesin gereken dersi çıkartacağını umuyorum. Önümüzde yerel seçimler var. Aynı şeyleri yaparak farklı sonuçlar beklemek akıllıca bir iş değildir. İlerlemenin yolu, hataları kabul ederek değişmekten geçer.”
CHP’de çok ciddi bir sorun var siz kabul etmeseniz de.
“CHP yine daha çok enerjisini içeri harcıyor havasında.
İşte bundan kurtulması lazım. Uzun süre 20-25 yıl ne yazık ki enerjimizi içe doğru harcadık. Şimdi de içe doğru harcıyor bir pozisyondayız. Yoksa sizin ilkeleriniz, projeleriniz, sizin hayalleriniz 80-90 milyon vatandaşın beklentisine cevap verebilecek projelerdir. Şunun da altını çizeyim; bütün siyasetçiler 83 milyon olarak tarif ediyor, biz 90 milyonuz. Bilmeyenler bilsin, öğrensin. Şu anda Türkiye’nin nüfusu mültecilerle 90 milyon. Sonuç itibarıyla, mahallesi oluşmuş, burada oturuyor, bizim gibi, hatta bir kısmı vatandaş olmuş. Ne yapacağız şimdi 4 milyon Suriyeliyi, Afganlıyı, Iraklı, Libyalı, Türkmenistanlı. Nijeryalıyı ne edeceğiz biz? Sonuçta bu topraklarda bizimle yaşayacaklar. Yani 90 milyon vatandaşımız siyasette umut bekliyor, umudu aşılayacağız.”
Peki ya CHP hakkındaki Atatürkçüleri elimine ettiği ya da sağa kaydığı yolundaki iddialar? Tekin, devam ediyor ve burada bilerek ya da bilmeyerek asıl sorunu, yani sınıfsal mücadeleyi görmezden geliyor:
“Bunların hiçbirine katılmıyorum. Kim sağcı, kim solcu? Sağın kıstası nedir, solun kıstası nedir? Şu anda İstanbul’un en yoksul mahallesinin beklentisi sağcı solculuk mudur? Ekmek, kim ekmek veriyorsa. Aş, iş, hukuk... Sadece gidecek bunları anlatacak. CHP böyle bir tarihi fırsatı ne zaman bulacak? Kusuru kendimizde arayacağız, asla ve asla vatandaşta kusur aramayacağız. Değişmez hiçbir seçmen yoktur. Pursaklar’da, Arnavutköy’de, Bağcılar’da devrim niteliğinde oy aldınız. Yani eğer tarifiniz bu seçmen sağcı muhafazakâr seçmen diyorsanız, o zaman sizin de markanızda, kurumsal kimliğinizde bir sorunun olmadığı net, oy vererek kanatlanmış. Şimdi siz gideceksiniz oraya, gecenizi gündüzünüzü orada harcayacaksınız bu mahallelerde. Onlar da size oy verdiğine pişman olmayacak, helal olsun diyecek. Ama oy vermiş, ona rağmen uğramamışsanız, büyük bir sorun. Siyasi partiler şöyle bir bilanço yapmaktan hep kaçınmıştır; hani şirketler yılsonu kâr ve zarar bilançosu yaparlar ya... Seçim sonrası da partiler niçin oy aldıklarını, neden oy kaybettiklerini eğer bir bilançoyla değerlendirmezse, o zaman hayal kırıklığı olur.”
Ve her şeyi ifşa ediyor. Sınıf çatışması yerine Erdoğan’ın popülist politikalarının ucuz taklidini öneriyor. Becerebildiği tek strateji bu. Ben daha fazla veririm. Oysa buraya kadar yazdıklarımızdan halkını hiç tanımadığı sonucunu kolayca çıkarabiliriz.
CHP’nin muhalefet tarzına yönelik eleştiriler de var?
“Kime göre sert, kime göre yumuşak; o tartışılır bir konu ama muhalefetin de, iktidarın da nezaket kuralları içerisinde birbirlerine cümle kurması gerektiğini vatandaş söylüyor. Zaman zaman kahvede vatandaşların birbirine kullanmadığı cümleler siyasette duyulduğunda bunun ne kadar itici bir şey olduğunu herkes konuşuyor. Yani kısacası şunu söyleyeyim; vatandaş oy versin vermesin, siyasetçi beklentisine cevap vermiyorsa eleştirisi olacaktır. Siz duygularına dokunduğunuz zaman değiştiremeyeceğiniz hiçbir şey yoktur. Duygularına dokunduğunuz zaman hangi ideolojik kalıpta olursa olsun değiştirebilirsiniz. CHP seçmenin duygularına hitap edecek, başka hiçbir şeye değil.”
İyi de CHP seçmeninin profili nedir? Hiç ipucu vermiyor.
Oysa bu konuda kamuoyu araştırma şirketlerinin çok sağlam raporları var. CHP seçmenlerinin oy verme tercihlerine bakıldığında %47 oranıyla ideolojik nedenler önde yer alıyor. Oysa tüm seçmenler içinde ideolojik nedenlerle oy verdiğini söyleyenler %29 oranında. Aynı zamanda, Türkiye genelinde oy tercihlerinde lider etkisi önemli bir paya sahipken (%27) CHP’de lider etkisinin çok daha düşük (%16) olması dikkat çekiyor. Bununla birlikte, seçmenlerin CHP’ye bakışlarında taraftarlık kategorisinin önemli olduğu görülüyor. %23 oranında oy tercihinin taraftarlık ile ilgili olduğu belirtiliyor. Tüm seçmenler arasında ise bu oran daha düşük, %18. Buna paralel biçimde oy tercihinde son dakikada karar verdiğini söyleyenler CHP’de %11 ile çok daha az; tüm seçmenler arasında bu oran %19.
“Türkiye’yi kimin yönetmesini istersiniz?’” sorusu da CHP’lilerin parti tercihindeki lider etkisine dair bilgi sunuyor. Ak Parti ve HDP seçmenleri arasında ülke yönetiminde parti liderine (R. Tayyip Erdoğan ve Selahattin Demirtaş’a) referans verme oranının çok yüksek olduğu görülüyor. CHP’de ise liderlik konumuna böyle bir anlam atfedilmediği anlaşılıyor. Ak Parti seçmenlerinin çok büyük bir kısmı, %74’ü, HDP’lilerin ise %58 parti liderlerini desteklerken CHP’de bu oran, Kemal Kılıçdaroğlu için %29’da kalıyor. MHP’li seçmenlerde ise Devlet Bahçeli liderliğinin daha az etkisi olduğu fark ediliyor. MHP’lilerin sadece %24’ü Bahçeli’ye referans veriyor. “Şu anda böyle biri yok” diyenlerin ve Atatürk gibi birinin ülkeyi yönetmesini isteyenlerin oranı ise en fazla CHP’de bulunuyor: sırayla %6 ve %13.
Seçmenler arasında ‘Evinizin duvarında ne asılı?’ sorusuna verilen cevaplar CHP’lilerin ideolojik tercihlerinde ‘Atatürk’ün önemli bir temsil taşıdığını gösteriyor.
Peki, partiden kopanlar partiyi neyle suçluyor? “Atatürk çizgisinden uzaklaşmakla”. Buradan şu sonuca varabiliriz. CHP kendi halkını tanımadığı gibi, kendi seçmenini de tanımıyor. Kafası karışık, kitap satın almakla (okumadıklarına eminim) ve konsere gitmekle çağdaş olduğunu, entelektüel olduğunu düşünen bir güruh tarafından yönetiliyor.
Koşulları hesaba katmadan bir an önce iktidara gelinebileceğini zannedenler, iktidara gelemeyişini CHP'nin etkili muhalefet yapamadığına yoruyor. CHP'nin Meclis'te, basın organlarında ve zaman zaman meydanlarda muhalefet yapmadığı veya yapamadığı söylenemez. CHP'nin 1950'den beri tek başına iktidara gelemeyişinin birinci nedeni, onun tek parti döneminden bagajında kalan ağırlıktır.
Sağ partiler 1946'dan beri bunu başarılı bir biçimde kullanıyorlar. Oysa CHP, Tek Parti döneminin CHP'si değil, aksine siyasi çoğulculuğa, örgütlenme ve ifade özgürlüğüne sağ partilerden daha fazla önem veren bir partidir. Buna rağmen Tek Parti Dönemindeki bagajından kurtulmak için de açık bir ifadeden kaçınıyor. Kılıçdaroğlu’nun değiştik, hatalıydık, helallik istiyoruz söylemleri de işe yaramamış. Peki değişim için dini soslar ve parfümlere bulanmak yerine daha radikal, daha sol, daha “Gezi” ruhuna yakın en azından daha çevreci bir politika daha iyi olmaz mıydı? Olmazdı tabi kucağında AKP’nin cami avlusuna bıraktığı yetimlerle.
CHP, AKP'nin daha sorunsuz yönetilecek bir Türkiye amacıyla giriştiği, Kürtlerden oy gelmeyeceğini anladığı anda da vazgeçtiği Kürt açılımına da diğer milliyetçilerle birlikte, mayasında bulunan milliyetçilik nedeniyle muhalefet etmiştir.
Öte yandan CHP, Türkiye'de çoğunluk olmayan okumuş, kentli ve Alevi partisi olmaya devam ediyor. İçindeki milliyetçileri kaybetme korkusuyla Kürt sorununda ürkek davranıyor.
Kılıçdaroğlu seçim öncesinde “Kürtler” ve “Alevi” başlıklarıyla iki video yayınladı. İlkinde “3-5 oy için milyonlarca Kürt’e terörist muamelesi yapıldığını” ileri sürdü. İkincisinde ise kendisinin “Alevi” olduğunu belirterek gençleri “Alevi olmaz diyen… bu ayrıştırıcı sistemi kökünden yıkmaya” çağırdı.
Bu videolara Demirtaş, Babacan ve Davutoğlu destek verirken Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Bahçeli’den “istismar” ve “kimlik siyasetine keskin dönüş” eleştirileri geldi. Kılıçdaroğlu’nun bu videosunun Kandil’den kendi adaylığına gelen desteğe yönelik eleştirileri savunma amaçlı olduğu açık. “Alevi kimlik” konusunu ise kendince ön alıcı bir hamle olarak açmış olabilir. Ancak bu çıkışın yararlı bir çıkış olduğu söylenebilir mi? Bence özellikle Alevi çıkışı ve Seyyid torunu olduğu iddiaları komik olduğu kadar sağlam politikalar üretemeyen bir partinin çaresizlik içinde tek adamın kuyruğuna takılıp kimlik siyasetine tutunuşunu da yansıtıyordu.
CHP'nin Kürt oylarını alamayışının nedenleri Kürtlerin CHP'ye güvensizlikleridir. Son yerel seçimlerde de Kürtlerle açık bir ittifaka girmekten kaçınarak Kürtlerin dolaylı desteği ile yetinmek zorunda kaldı.
Manuel Castells’in ifadesiyle söylenirse, CHP’nin seçim sonucunda uğradığı hayal kırıklığı, elbette pek çok başka faktörle birlikte ‘dışlayanın dışlananlarca dışlanlaması’ndan kaynaklıdır. CHP, yıllardır dışladıkları tarafından dışlanarak gücünü ülkenin sadece belli bölgeleri ile sınırlamak zorunda kalmaktadır.
Commenti