top of page
Ünal GÜL

Anlaşmayla Alınan, Depremle Verilmez

Sayın İsmet HERGÜNŞEN yazdı

Ülkemiz ölümcül iki depremle sarsıldı.


Büyük hasar gören yerlerimizden biri de,“Bereketli Hilal” denilen kadim şehrimiz Hatay idi.


Antakya, İskenderun ve Dörtyol limanlarını içinde barındıran bu şehir, stratejik açıdan “Akdeniz Çanağı”nın en korunaklı kıyısıdır.


16 sene ana vatandan ayrı kaldığı için vatanın kıymetini, ayrılığın hasretini, savaşın bedelini iyi bilen ve her kültürün özgür biçimde bir arada yaşadığı güzel insanlara sahiptir.


Suriye haritaları içinde de gösterilen Hatay ilimiz, Şam rejiminin olumsuz açıklamalarında zaman zaman kendine yer bulmuştur.


Son olarak da; Suriye Halk Meclisi, Türkiye'ye katılmasının 82'nci yılında “Hatay'ın Türkiye'nin eline kalmaması ve geri alınması için mümkün olan her şeyin yapılacağı" ifadelerini içeren bir bildiri yayımlamıştı.


Sadece Suriye mi?


Yeni kurdurulmaya çalışılan devletçiklerin de, denize ulaşma yolları üzerindedir.


Türklerin Anadolu’ya mahkum edilmesinin amaçlandığı proje bu yönüyle; Türkiye’nin KKTC ile bağlarının kopartılmasını ve Doğu Akdeniz denklemi dışında bırakılmasını hedeflenmektedir.


Hatay sorunu; emperyalistlerin “Sykes-Picot Anlaşması” ile Orta Doğu’yu dizayn etme çabalarının bir uzantısıdır.


Bu anlaşma ile Beyrut’tan başlayarak sahilden Adana ve Mersin’i içine alan bölge, doğrudan Fransa’nın yönetimindeydi.


İkinci Dünya Savaşı öncesi Hitler’in Almanyası ve Mussoli’nin İtalyası’ndan endişelenen Fransa müttefik arayışına girince, böylesi zor zamanlarda Batı’nın ilk akla gelen ülkesi mi?

Yine, “Türkiye Cumhuriyeti Devleti” olmuştur.


Fransa’nın dostluk anlaşması teklifi, Hatay’ın geri alınması şartıyla kabul edilmiş ve yapılan referandumla anavatana katılmıştır.


Hatay sorununun olumlu bir safhaya geçmesi, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün öngörüsü, ardından İsmet İnönü’nün azimli ve kararlı politikasının sonucudur.


Böylelikle;“Kırk asırlık Türk Yurdu düşman eline bırakılmamıştı...”


18. yüzyıldan itibaren; bu bölgelerde yerleşik olan farklı din, mezhep ve etnik gruplar,her daim büyük devletlerin ilgi odağı olmuşlar ve kullanılmışlardır.


Emperyalistlere güvenerek harekete geçen bu gruplar, Atatürk önderliğinde kurulan cumhuriyetin kararlı tutumu neticesinde, hep kaybeden taraf olmuşlardır.


Günümüzde; gerçekte ne eski Irak, ne eski Suriye,ne de eski Lübnan’dan eser vardır. Krallıklar ve emirliklerle yönetilen ülkelerin ekonomik güçlerinin devlet olmaya imkan tanımadığı da, apaçık ortadır.


Türkiye’nin milli güvenlik ve bekasına yönelik en büyük tehdit; yine emperyalistlerin güdümünde olan PKK/KCK-PYD/YPG-İŞID vb. bölücü ve gerici terör örgütlerinden gelmektedir.


Suriye’de birçok güçleri çatışma ortamına sokan rekabet alanında savaşın uzaması taşeronların beklentilerini artırırken, çevre ülkelerde demografik kırılganlığa yol açtı.


Depremin yaşandığı 10 ilimiz, göç hareketlerinden en çok etkilenen yerleşim yerleridir.

Sığınmacıların yumuşak karnı haline gelen bölgede, deprem nedeniyle ortaya çıkan tablo, oldukça hazin ve endişe vericidir.


Yaraları sarmak ve ayrılan insanımızın geri dönüşü de, uzun bir zaman alacaktır.


Fırsattan istifade etmeye çalışarak kaos yaratmak isteyen hangi devlet hangi grup olursa olsun, bu coğrafyanın tek gerçek milleti, Türkler’dir.


100 yıl öncesinde, bütün haklarımızı bize veren cumhuriyetin ortaya koymuş olduğu irade, halen Türk Halkı’nın öz benliğinde gizlidir.


Anayasamızın 3. Maddesi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ulus devlet ve üniter devlet yapısının korunmasında taraftır.


Ülkemiz ve Suriye’yi yıkıcı ve ölümcül ölçüde etkileyen ve tarihe kayıt düşülen son depremlerde, iki ülke yetkililerinin içinde bulunduğu açmazın hangi noktalara geldiğinin de, iyiden iyiye düşünülmesi gerekir.


Son sözse; “Hak verilmez, gücün yetiyorsa alırsın...”

124 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page