top of page
  • Ünal GÜL

Almanya kimin sözcüsü?

Sayın İsmet HERGÜNŞEN yazdı


Sınırlarını kendi çizen tek ülke olan Türkiye, yine Batı tarafından kurgulanmaya çalışılan oyunlarla ketenpereye getirilmek isteniyor.

“Dostluk ve işbirliği” gibi söylemler ön plana çıkartılmış olsa da, ülkeler arasında yaşanan gerilimler ya da güven bunalımı artık kameralar önüne taşınmış vaziyette.

Son zamanlarda Alman kökenli politikacıların kah Dışişleri Bakanları kah AB (Avrupa Birliği) sözcüsü olsun kürsüde takındığı tavır ve hareketler, diplomasinin en temel kuralı olan nezaket ve diyalog zemininden uzak bir hal almıştır.

Kürsüde sanki bir Alman politikacı değil, Yunan-Rum Hükümet sözcüsü, bir aktivist ya da bir ceza yargıcı var.

Öyle ki; ön yargılar yüzlerine aksetmiş, vücut dillerine de yansımış bir şekilde.

Söylemlerinde, dünden bugüne değişen hiçbir şey yok.

Geçtiğimiz yıllarda tekrarlanan konular, bu yılda aynı.

Kes, kopyala, yapıştır mealinde.

Avara kasnak misali aynı yerde dönülüyor.

AB’ye üyelik havucu da kalmadığına göre, bu ziyaretlerin amacı ne?

Üzüm yemek mi, bağcıyı dövmek mi? Veya aba altından gösterilen sopayı gün yüzüne çıkarmak mı?

Sakın ha, sorumluluklarını yerine getirmedikleri “Vize Serbestisi Diyaloğu Mutabakat Metni ve Geri Kabul Anlaşması”nın iptali olmasın!..

İşte o biraz zor.

Bulmuşlar yağlı kapıyı, evin oğlu bırakmadıktan sonra elin oğlu hiç bırakır mı?

Her Türkiye ziyareti öncesi, kurgulanan senaryo aynı.

İlkin Yunanistan ziyareti. Atina’nın taleplerini al.

Sonrasında iki ülke arasındaki ilişkileri AB sorunlarıymış gibi sınır çizmeye çalış ve Türkiye’nin hak ve menfaatleri ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni görmezden gel.

Lozan Barış Antlaşması’nı es geç, 1947 Paris Antlaşması’nı tanıma.

Basın mensuplarının gözüne baka baka, uluslararası hukuk de.

Meşru müdafaa çerçevesinde yapılan sınır ötesi harekatlara “Cenevre Sözleşmesi”ni adres göster.

Ama Irak ve Suriye Hükümeti (Hükümet’leri de yok ya)/Liderleri’ne “Neden sınırlarınızı korumuyorsunuz?” ya da “ABD ve Rusya’ya bu coğrafyada işiniz nedir?” diye sorma cesaretini gösterme.

Türkiye, İran ve Rusya Liderleri’nin vermiş olduğu fotoğrafı “Dünya’ya meydan okuma” diye nitelendir, sonrasında bu benim görüşüm diye çark et.

Zaten politikacının hasleti değil mi? “Dün dündür, bugün bugündür” demek.

Yetmedi…

Türk Hukuk Sistemi’ni, İnsan Hakları Beyannamesi çerçevesinde sorgulamaya kalk.

Esasen yapılan bu hamleler, konuyla bağlantılı şahıslara büyük zarar veriyor.

Türk kamuoyunun çoğunluğu da, ister istemez ön yargılı yaklaşıyor.

O zaman aynı ilgiyi, talepleri Yüksek Mahkeme’de halen görüşülmeyen 70-90 yaş aralığında olan emekli askerlere de göster.

Keza Montrö konusunda hassasiyetlerini, kendi meslekleri çerçevesinde açıklayanlara da …

Hep çifte standart. Hep ilkesiz duruş.

Bir ülkenin içişlerine karışmak da, ne kadar doğru?

Sen ülkeni Danimarka, Polonya, Çekya, Avusturya, İsviçre, Fransa, Lüksemburg, Belçika ve Hollanda ile güvenlik ve refah çemberine almışsın, oh ne ala.

Yangının ortasında bulunan Türkiye’ye hem hukuk dersi ver, hem de Yunanistan ve terör grupları ile hizaya getirmeye çalışarak, ilişkileri daha da zorlaştır.

“Biz Türkiye’nin bekasının sağlam, refahının güçlü olmasını istemiyoruz” desenize.

Türkiye ve Türk halkı da; bulunduğu coğrafyada Almanya’yı çevreleyen ülkelerin halkları gibi bir ortamda yaşamını sürdürseydi diyesi geliyor insanın, bazen.

Bak o zaman; Türkiye’nin de ne terör belası ne sığınmacı açmazı ne de kışkırtılan ülkelerle sorunu olurdu!..

Henüz ileri refah devletleri ile karşılaştırılacak bir sosyal refah anlayışı ve uygulamaları olmasa da, en azından bugünkü seviyenin daha üstünde olunabilirdi!..

Peki Türk politikacısı ne yapıyor?

“Yok AB’nin yolu Diyarbakır’dan geçermiş, yok Emevi camiinde namaz kılacağız, yok açılım süreci…” diyerek malzeme veriyor.

Hatırlanması gereken;

· Türkiye Cumhuriyeti üniter devlettir.

·AB yolu Türk Ulusu ve Ankara’dan geçer.

·Yurtta barış dünyada barış, önceliklidir.

· Siyaset anayasal zemininde yapılmalı, hamasetle değil.

Ya Türk Diasporası!..

Anlatamamışlar kendilerini, kalmışlar gurbet ellerde tek başına.

Türk Hükümetleri’nin kayıtsızlığı yüzünden, oluşturamamışlar bir lobi.

Hiçbir ülke siyasetinde yönlendirici unsur olamamışlar, hakim kılındıkları ümmet düşüncesinde.

Bulundukları yerde meydanı bırakmışlar, şer odaklarına.

Yine de helal olsun.

Ülkemize gönderdikleri dövizlerle can suyu katmışlar, yatırımlarıyla da bir nefes olmuşlar, her demde.

En sonunda Türk Dışişleri Bakanı’na “sizi ağırlamaya hazırım” diyorsunuz.

Geçmiş yıllardan bir farkı olmayacağına göre Almanya enerji, Türkiye döviz krizi ile boğuşurken, Berlin’e gelmeye hiç ama hiç gerek yok.

“Devletin malı deniz, yemeyen domuz…” diye Anadolu’da çok sık kullanılan bir deyiş vardır ve alınacak harcırahlarla da, gereksiz yük olunmaz devlete!..

Son sözse; “Demokrasimiz sancılı olsa da, Türkiye ve Türk halkı’nı artık anlayınızzz…”

25 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page