Sayın Cem GÜRDENİZ yazdı
Türkiye ve özellikle Deniz Kuvvetleri 21. Yüzyıl jeopolitiğinde emperyalizm tarafından Türkiye’ye biçilen rolü gerçekleştirmek için 2007 sonrası kumpas davalar üzerinden acımasızca saldırıya uğradı. Hedeflerden en büyüğü Cumhuriyet Donanmasını kıtaya itmek ve denizlerden uzak tutmaktı. Amaç, Ege ve Akdeniz ile KKTC’deki çıkarlarını korumayan, Boğazları emperyalist donanmalara sonuna kadar açan ve Atlantik emrinde vekil gibi çalışan bir donanma yaratmaktı. Bu vizyona karşı çıkacak tüm millici ve Atatürkçü subay ve amiraller tasfiye edilmeliydi. Zira Türkler çok olmuştu. Mili bir donanma ve stratejiye sahiptiler. 7 yıl önce bugün Balyoz kumpası esnasında Silivri cezaevinde yakalandığı kanserden kurtulamayarak kaybettiğimiz mümtaz Amiral Merhum Cem Çakmak’a Bahreyn/Manama’daki ABD Deniz Kuvvetleri Beşinci Donanma bağlısı CMFC (Birleşik Deniz Kuvvetleri) Komutanı, Koramiral S. Gortny Somali açıklarındaki deniz haydutluğu ile mücadeleye katkı sağlayacak Türk savaş gemileri ile ilgili bir toplantıda şöyle diyordu: “Artık Türk Deniz Kuvvetleri, Amerikan Donanmasına bir rakip haline gelmiştir.”
Bu tehditten bir yıl sonra AB’nin 2009 Türkiye ilerleme raporunda Türk Deniz Kuvvetleri ismen şikâyet edildi. İlerleme raporunun (Turkey’s progress report) 32’nci sayfasında yer alan metinde, ‘’Türk Donanması bu rapor döneminde Kıbrıs Cumhuriyeti namına petrol arayan sivil tekneleri engellemiştir’’ deniyordu.
Bu rapordan yaklaşık 3 ay sonra 23 Şubat 2010 tarihinde kumpas şehidimiz Amiral Cem Çakmak ile sahte Balyoz delilleri ile Beşiktaş Adliyesinde FETÖ savcı ve hakimleri tarafından tutuklandık. Bize sunulan tüm delillerin sahteliği açık olduğu halde gerek iktidar, gerek komuta heyeti gerekse muhalefet bizleri acımasızca FETÖ yargısına ve FETÖ kontrolündeki kolordu hapishanesine teslim etti. Tutuklanmamıza neden olan bilirkişi raporunu hazırlayan Yüzbaşı Ahmet Erdoğan’ın halen kaçak bir FETÖ militanı olduğunu hatırlatayım. Cem ve diğer birkaç Amiral ve subayla 1 ay Hasdal’da kalıp vatansever ve namuslu gerçek hakimler sayesinde Nisan 2010 başında tahliye olduk.
Karşılaştığımız durumu ve sefil delillerin saçmalığını komuta heyetine en üst seviyede anlatmamıza rağmen başta Genelkurmay Başkanlığı olmak üzere hiçbir önlem alınmadı. Mükemmel fırtına geliyordu ve hiçbir hazırlık olmadığı gibi niyet de yoktu. Nitekim inanılmaz ihanet ve aymazlık atmosferinde 11 Şubat 2011 gecesi 163 amiral, general ve subay Nazi dönemindeki yargısız infaz benzeri bir mahkeme sonucu topluca tutuklandı.
Cem Çakmak ile yine aynı kaderi paylaştık ve Hasdal’da aynı koğuşta yeniden buluştuk. İçindeki isyanı, öfkeyi kelimelerle anlatmam mümkün değil. İçtiği sigaraları hırsından intihar edecek derecede içine çekiyordu. Henüz Silivri’ye gitmeye yani dost bildiğimiz yüksek komuta heyeti tarafından kanunsuz bir şekilde 2012 Ağustos’unda tasfiye edilmemize 15 ay vardı. Her gün paket paket sigara içen Cem, 30 Ağustos 2012 Yüksek Askeri Şurasında kanunsuzca ve zorla emekli edildi. Pek çok kader ve meslek arkadaşımızla birlikte Silivri’ye nakledildik.
Daha sonra FETÖ ve işbirlikçisi hainlerin Silivri Çadır Mahkemesinde 18 yıla mahkûm edildik. Merhum Cem Çakmak Amiralin vücuduna kanser saldırısı yaşanan haksızlık ve vicdansızlık karşısında en uygun ortamı bulmuştu. Sanki tüm dünya karşımızdaydı.
Bugün nasıl emperyalizm kural temelli uluslararası düzene sarılıyorsa, o zaman da aynı yalanlar yürürlükteydi. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gidin. Onlar bu hatayı düzeltir diyenler oldu. Benim de avukatım olan mümtaz hukukçu Şule Nazlıoğlu Erol, sürecin başında derhal Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvuruda bulundu. Sanki AİHM’den müspet bir karar çıkacak ümidi herkeste vardı. Ne de olsa mahkeme ve delillerin sahteliğini herkes biliyor ancak kimse kral çıplak demiyordu. Hatta başlangıçta bizi şikâyet eden AB bile insafa gelmişti. AB’nin senelik Türkiye ilerleme raporlarında kumpas davaların üzerindeki kuşku ve endişeler zaman zaman dile getirilmişti. 2011-2012 ve 2013 ilerleme raporlarında bu davalardaki uzun tutukluluk süreleri, karmaşık ve tutarsız iddianameler ve bu durumun kamuoyunda yarattığı gerginliğe vurgu yapılmıştı. En önemlisi yargılamadaki bu ihlallerin toplumda kutuplaşmayı tetiklediği belirtilmişti. AB Parlamentosu AB, komisyonunun hazırlayacağı 2011 Türkiye ilerleme raporuna, Ergenekon ve Balyoz davalarında yaşanan temelsiz ve asılsız delillere yönelik detaylı bir incelemenin eklenmesini talep etmişti. AB Parlamentosu Dış İlişkiler Komisyonu bu talebin yanına bir diğer talep daha ekledi ancak bu talep daha sonra ana ilerleme raporunda yer almadı. Dış İlişkiler Komisyonu bu maddeyi Balyoz Davası toplu tutuklamalarından kabaca 6 ay sonra kaleme almıştı. Çok ciddi endişeleri dile getirmişti. Bu talep şöyleydi. “Komisyon Türkiye’nin NATO üyeliğinin önemini dikkate alarak, silahlı kuvvetlerin harekât yeteneğinin güvenilirliği ve laik bütünlüğünün sürekliliğinin sağlanması ihtiyacına vurgu yapar.” Bu talep daha sonra Adalet Bakanlığının baskıları sonucunda rapordan çıkarıldı. İhanet ve emperyalizm el ele yürüyordu.
2012 kışında daha kötü bir sürpriz geldi. Objektif hukuka ve adil yargılamaya sadık kalması gereken Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin bile bu kumpaslarda dolaylı olarak rol aldığı, verdikleri 2012 Cem Çakmak kararında ortaya çıktı. AİHM, yargılama heyetinde görevli bayan Türk hâkim üyenin de onayı ile sürece destek veriyor, yargılamaya devam diyordu. Bu haksızlık karşısında başta Cem ve bizler isyan edercesine dehşete düşmüştük. Tam bir yıl sonra AİHM ortaya çıkan hukuk rezaletini anlayacak, ahlaki ve vicdani utancını maskelemek için Birleşmiş Milletler Keyfi Tutuklamalar Çalışma Grubunun Haziran 2013 kararına sığınmak zorunda kalarak tüm müracaatlara bu kararla cevap verecekti.
İşte Türkiye bu soysuz, alçak ve acımasız dönemi yaşadı. FETÖ denen iblis örgütün ve işbirlikçilerinin vicdansızlıklarına ve acımasızlıklarına şahit oldu. Balyoz davası ve diğer kumpas davaların sadece ABD’nin değil AB’nin de istek, teşvik ve hatta yönlendirmeleri ile başlatıldığı ve sürdürüldüğünü artık konu ile uzaktan ilgilenenler dahi biliyor. Bu davaların geniş bir perspektifte Kurtuluş Savaşı ve Mustafa Kemal devrimlerinin bir intikam aracı olarak yürütüldüğü bir gerçektir.
Cem Çakmak Atatürkçü, bağımsız ve ulusal çıkar odaklı Türk siyasi düşünce ekolünün değişik kumpas davalar ve algı operasyonları ile tasfiye edilmesi sürecinde onlarca Amiral ve yüzlerce deniz subayı gibi seçilen hedeflerden birisiydi. Öncelikli hedefler arasına oturtuldu. Davaların mahkeme sürecinde başını öne asla eğmedi. FETÖ’nün Silivri’deki çadır mahkemelerinde savunma yapmadı. Manifesto niteliğindeki söylemleri sözde mahkemenin şimdi hapiste olan FETÖ mensubu üyelerinin suratlarına tokat gibi indi. Mustafa Kemal’in sarsılmaz bir Amirali ve yurtsever kişiliği ile öne çıkan Cem Çakmak, en zor ve ağır psikolojik koşullarda bütünlüğünü, kişiliğini ve karakterini bozmadı.
Erdemin onurunu yenmekte değil mücadele etmekte gören vefa ve cesaret sahibi bir Amiraldi. FETÖ ve işbirlikçilerinin kurduğu kumpası daha başlangıcından itibaren net bir şekilde görebilmiş ve tasfiye amaçlı bu çirkin kumpası her yönü ile anlayabilmiş/anlatabilmişti. Keşke onun görebildiğini söz konusu dönemde oramiral rütbesinde, cumhuriyet donanmasının emanet edildiği şahsiyetler görebilse ve cesaretle mücadele etselerdi!
Yaşadığı ihanetin öfkesi, FETÖ’ye teslim edilmiş ülkemiz için duyduğu büyük üzüntü ile birleşince, şartlar Silivri duvarları arasında onu kanserin kollarına savurdu. Özgürlüğüne tamamen kavuştuktan sadece 1 yıl sonra, 3 Temmuz 2015 sabahı akciğerleri daha fazla dayanamadı ve onu kaybettik. Bahriyenin kumpas davalar sonucu kaybettiği 4’üncü şehidi oldu. Onun ardından 29 Nisan 2018 günü Donanmanın Altın Çocuğu Oramiral Özden Örnek’i, 30 Eylül 2019 ‘da da Amiral Soner Polat’ı yine kanser nedeniyle kaybettik. Her ikisinin de kanser tohumları Amiral Cem Çakmak gibi Silivri duvarları arasında atılmıştı.
Ebediyete emanet ettiğimiz kayıpları fiziken geri getiremeyiz. Amiral Cem Çakmak ve kumpas davaların bahriyeli kayıpları deniz şehitlerimiz olarak, Türk milletinin kalbinde, mavi vatanın derinliklerinde, donanmanın deniz ufkunda viyalayan her gemisinin pruvası ve dümen suyunda görevlerine devam ediyor.
Aramızdan ayrılışının 7. yıl dönümünde değerli meslektaşım, dava arkadaşım ve dostum Amiral Cem Çakmak’ı ve tüm kumpas şehitlerini rahmet, minnet, vefa, özlem ve saygı ile anıyor, aziz hatıraları önünde tazimle eğiliyorum.
Comments