top of page
Ünal GÜL

19 MAYIS 1919 İKİ GÜNEŞ

Sayın Mümin KIR yazdı

Osmanlı İmparatorluğu özellikle 19’uncu yüzyıl başlarından itibaren içine düştüğü ve birçok idari, siyasi ve ekonomik nedene dayanan çöküş sürecini maalesef durduramamış ve 1914 yılından başlayıp 1918 yılında sona eren I. Dünya Savaşından müttefikleri ile birlikte mağlup (yenilmiş) devletler arasındaki yerini almıştır. 30 Ekim 1918 de imzaladığı Mondros Mütarekesi ile dağılma sürecine giren Osmanlı İmparatorluğu, Sevr Planıyla da neredeyse tamamen yok olma sonucuyla karşı karşıya kalmış, yurdun her tarafı işgal altına alınmıştı.


            Bu kapsamda, daha 13 Kasım 1918 de İmparatorluğun Başkenti İstanbul (Konstantinopolis) İngiliz ve Fransızlar tarafından işgal edilmiş, bazı stratejik noktalar ele geçirilmiş, müteakiben 15 Kasım 1918 de Musul İngilizler tarafından işgal edilmiş ve bu olayları takip eden acı veren süreç sonunda da 15 Mayıs 1919 tarihinde İzmir Yunan Ordularının istilasına uğramıştır. Durum oldukça kötü ve hazindir. Orduları dağıtılmış ve toprakları parçalanmış ve biçare kalmış bir padişah tek kurtuluşu işgalcilerin insafında aramakta ve destekçileri ile birlikte İngiliz mandasına çok sıcak bakmaktaydı.


            Bununla birlikte, kurtuluşu sadece İngiliz mandasında değil, Fransız ve Amerikan mandasında arayanlar ve bunun için faaliyet gösterenler, dernekler veya cemiyetler kuranlar da az değildi. Tüm bunların dışında da etnik ve dinci temelli uşak ve hain gruplarda işgalcilerin değirmenlerine su taşımayı kendilerine görev edinmişlerdi. Halkımız kendi toprakları üzerinde işgal edilmiş ve kuşatılmış, insanlık dışı eziyet ve işkencelere maruz bırakılmıştı.


            Diğer taraftan, oldukça fazla sayıdaki bu ihanet gruplarına karşın, az sayıda bir grup vatansever tüm bu yaşananları acı veren bir soğukkanlılıkla izliyor ve milletin kurtuluşunun, yine milletin azim ve iradesinde olduğunu düşünüyordu. İşte bunların en başında o zamanın genç Tuğgeneral’i (Mirliva) ruhunda bağımsızlıktan başka hiçbir rüzgâra yer vermeyen Mustafa Kemal geliyordu.


            Mustafa Kemal, Yıldırım Ordular Grup komutanlığı sırasında, mütareke gereği İngilizlerin İskenderun’a asker çıkarmasına karşı çıkıp, 5 Kasım 1918 de birlik komutanlıklarına çatışma için gizli bir emir verince, Mondros’ta varılan ateşkesin bozulmasından çekinen Osmanlı Hükümeti, derhal Yıldırım Orduları Grubunun işlevine son vermiş (lağvetmiş) ve Mustafa Kemal Paşayı İstanbul’a Harbiye Nezareti (bugünkü Savunma Bakanlığı) ne geri çağırmıştır.


            13 Kasım 1918 günü İstanbul Boğazının masmavi suları yüzünü asmış, kurşuni bir hal almıştı. Çünkü, payitahtın önüne ve başkentin tam kalbine, bu hüzne uygun renkte kara gri onlarca işgal gemisinden oluşan düşman donanması demirlemiş durumdaydı. Boğaz trafiği bile durdurulmuştu. Bu acı veren tabloyu görmemek için yurtsever İstanbul halkı aceleyle yürüyor ve başını yerden kaldırmıyordu. Gün işgalcilerin ve işbirlikçilerin günüydü.


            Bu sırada, Ordusu lağvedildiği için İstanbul’a dönen ve kendisini götürecek istimbotu Haydarpaşa’da bekleyen Mustafa Kemal masmavi gözleriyle bu hazin manzarayı izliyordu. Ancak Mustafa Kemal sadece izleyen bir komutan değildir. İzlediğini değerlendiren ve nihai kararlar verebilen çok müstesna bir komutandır. Bunun bir ispatı da daha o gün yaşanmıştır. Yanında olduğu halde durumu endişeyle izleyen yaveri Cevat Abbas’a dönerek şu tarihi sözünü söyler: Endişelenme, “GELDİKLERİ GİBİ GİDERLER”.


            Mustafa Kemal Paşa gerek düşmanın uygulamalarından gerekse padişah ve çevresindekilerin tavırlarından artık İstanbul’un ve aynı zamanda Anadolu’nun İstanbul’dan kurtulmasının mümkün olmadığını anlamıştı. Bu nedenle Anadolu’ya geçmeli ve kurtuluşun ateşini Anadolu’dan yakmalıydı. Ama nasıl? Zira işgal ordusu her yere yayılmış ve karadan ve denizden her alanı kontrolü altına almıştı.


            Bu arada düşmanın mütareke şartlarını gerekçe göstererek halka zulmetmeye başlaması yerel direniş örgütlerinin fiilen savunmaya geçmesine neden olmuş, özellikle işgalcilerden cesaret alan Rumların bir Pontus Devleti kurma girişimleri halkın tepkisini arttırmıştır. Bu ve benzeri nedenlere dayalı olarak, bölgede giderek artan kargaşa işgal güçlerinin de dikkatini çekmeye başlamış ve Osmanlı Devleti Hükümetine bir nota verilerek, olayların bastırılması ve karışıkların önlenmesi talebinde bulunulmuştur. İngilizler Yüksek Komiserleri Amiral Calhtrophe aracılığı ile 21 Nisan 1919 da “Karadenizde çeteler oluştuğu, asker toplandığı, Türk çetelerin Rum halka zarar verdiği, bölgeye derhal bir general gönderilerek gerekli tedbirlerin alınmasını istemişlerdir. Bu talep yerine getirilmediği takdirde, Mondros Mütarekesinin 7’nci maddesi gereğince bölgenin işgal edilebileceği de ilan edilmiştir.


            İşgalcilerin bu uyarısından oldukça etkilenen Damat Ferit Hükümeti, ortalık daha fazla karışmadan meselenin hızlı bir şekilde halledilmesi için çare arayışına girmişlerdir. Bu kapsamda, Yüksek Komiser Vekili Amiral Webb, Sadrazam Damat Ferit ile yaptığı görüşmede hızlı hareket edilmesini istemiş, ülkenin herhangi bir yerinde silah toplanması için birlik görevlendirildiğinde, İngiliz subayların bu birliğe katılarak kontrol etmesi kararı da alınmıştır. Tarihler 27 Nisan’ı gösterdiğindeyse bir Yunan savaş gemisi de Trabzon’a yerleştirmek maksadıyla500 Rum göçmeni bölgeye getirmişti. İşte tam bu sırada vatanın bağımsızlığını, milletin özgürlüğünü kurtarmanın Anadolu’ya geçerek sağlanabileceğini düşünen Mustafa Kemal için beklenen fırsat gelmiştir. Hükümet ikna edilecek ve Mustafa Kemal Paşa Karadeniz bölgesi başta olmak üzere Anadolu’nun çeşitli yerlerinde iç asayişi sağlayacak tedbirleri almak ve düzeni sağlamak maksadıyla Anadolu’ya gönderilecektir. Atanma unvanı 9’uncu Ordu Müfettişliği olup, yetkileri son derece geniştir. Sorumluluk alanındaki tüm sivil ve askeri makamlara her türlü konuda emir verebilecek yetkilerle donatılmıştır.


            Burada şunu da ifade etmek gerekir ki, Harbiye Nezaretindeki Cevat Çobanlı ve Fevzi Çakmak Paşalar ile Kazım İnanç Bey, Mustafa Kemal’in atamasını kolaylaştırmışlar, hatta ordu müfettişi olarak görev ve yetkilerine ilişkin belgeyi bizzat onun direktifleri doğrultusunda hazırlamışlardır. Peki neden Mustafa Kemal? Çünkü o şartlarda en ideal olarak görülen Mustafa Kemaldir. Oldukça genç, dinamik, bilgili ve Çanakkale de kendini ispatlamış çok prestijli bir komutandır. Ayrıca çok zekidir. Samsun’a hareket etmeden önce 14 Mayıs akşamı Damat Ferit Paşa ile yediği akşam yemeğinde kişisel karizması ve diplomatik yeteneğiyle, Sadrazamın da güvenini kazanmıştır. Ayrıca, 1918 yılındaki seyahatinde Padişah Vahdettin’e refakat etmiş ve onun da takdirini kazanmış bir komutandır. 15 Mayıs 1915 günü Yunanlılar İzmir’e çıktığı sıralarda, Mustafa Kemal Paşa Yıldız Sarayında Padişah Vahdettin ile de bizzat görüşmüş ve padişahın “Paşa Paşa, devleti kurtarabilirsin” sözüne karşılık, “hakkımdaki itimada arz-ı teşekkür ederim” diyerek saraydan ayrılmıştır. Oysaki, “devletin kurtuluşu” konusunda, Osmanlı Devleti’nin son padişahı ile geleceğin ilk Cumhurbaşkanı arasında son derece farklı düşünceler vardı. Padişah, işgal güçleriyle uyumlu olmanın ve-her nasıl olacaksa- iyi geçinmenin devletin kurtulmasına çare olarak görürken, memleket kaybetmenin ne demek olduğunu çok iyi bilen dahi komutan bunun ancak topyekûn bir bağımsızlık mücadelesiyle başarılabileceğine inanıyordu.


            Hal böyleyken, o zamanki şartlarda araç ve yol şartlarındaki zafiyetler, emniyet hususları topluca değerlendirildiğinde Anadolu’ya geçmenin en pratik ve emniyetli yolunun deniz yolculuğu olduğuna karar verilmiş ve Mustafa Kemal Paşa ve Karargâhı ile diğer araç-gereçlerin Anadolu’ya intikal ettirilmesi için bir gemi tahsis edilmiştir. Osmanlı Seyrisefain İdaresince görevlendirilen bu geminin ismi “Bandırma” vapuru, kaptanı ise, İsmail Hakkı Durusuydu. Ve artık her şey hazırdı, görev resmi bir hüviyete bürünmüş, malzemeler ve personel bindirilmişti. 16 Mayıs 1919 günü vapura gelen Mustafa Kemal Paşa, işgalci askerlerin gemide arama yaptığı sırada, kaptana derhal hareket emri vermiş ve arama yapan askerlerin apar topar vapurdan ayrılmalarını sağlamıştı. Mustafa Kemal Paşa 16 Mayıs günü saat 17.00 sularında gemi personeli hariç 23 kişiden oluşan karargâhı ile birlikte Samsun’a gitmek ve Anadolu’nun hürriyet meşalesini yakmak üzere İstanbul’dan ayrılıyordu.


Karadeniz’in hırçın dalgalarıyla kucaklaşacağı bu seyre çıkmadan önce, arkadaşı Rauf Bey (Orbay) tarafından geminin İngilizler tarafından takip edileceği ve açık denizde vurularak batırılacağı bilgisi verilmişse de Mustafa Kemal yolundan dönmemiş, “İstanbul da esaret altında yaşamaktansa, boğularak ölürüm” deyip ileri harekete geçilmesi emrini vermiştir.


            Daima öngörülü bir komutan olan Mustafa Kemal Paşa, Kaptan’a standart rotaları takip etmemesini ve sahile yakın seyretmesini söylemiş ve bu sayede İngilizler Bandırma’yı bir süre takip etmişlerse de bu konuda amaçlarına ulaşamamışlardır. 17 Mayıs gecesi İnebolu ile Sinop arasında dalgalar oldukça yükselmiş ve yolculuk son derece riskli olarak sürdürülmüştür. Tarihler 18 Mayıs 1919 sabahını gösterdiğinde Mustafa Kemal Paşa Sinop’ta karaya çıkarak İzmir’in İşgali ile ilgili telgraf görüşmeleri yapmışsa da sağlıklı bilgiler alamamıştır. Diğer yandan Sinop’tan- Samsun’a karayolu ile gitmenin imkanlarını araştırmışsa da yol ve araç yokluğu nedeniyle, Samsun’a Bandırma Vapuru ile gitmenin en doğru karar olacağını değerlendirmiş ve bu şekilde yolculuğuna devam etmiştir.


            Ve o sabah. 19 Mayıs 1919 da Samsun ufkunda doğan güneşle birlikte başka bir güneş daha doğuyordu. Şevket Süreyya Aydemir “Tek Adam” isimli kitabında bu durumu “Mustafa Kemal’in Zuhuru” olarak tanımlamaktadır.


İşte,


Böylece,


19 Mayıs 1919 sabahı


Anadolu ufkunda


Doğan bu güneşin adı


Gelmişten geleceğe


Mustafa Kemal Atatürk


Oldu.


            Samsun’da özel bir karşılama olmadı.  O sıralarda bir sancak olan Samsun’da sancağın amiri olan bir mutasarrıf olmadığı gibi, yetkili bir askerî komutan da yoktu. Pontus eşkıyasının sokaklarda kol gezdiği Samsun’da İngilizlerin 200 kişilik bir işgal birliği vardı. Mustafa Kemal Atatürk, üç aylık bir süre içinde tamamladığı ve 15-20 Ekim 1927 tarihleri arasında Cumhuriyet Halk Fırkasının İkinci Büyük Kurultayında kürsüden okuduğu Büyük Nutkunun başlangıcında o günleri şöyle anlatmaktadır:“1919 yılı Mayısının 19’uncu günü Samsun’a çıktım. Ülkenin genel durumu ve görünüşü şöyledir: Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu grup, I. Dünya Savaşı’nda yenilmiş, Osmanlı Ordusu her tarafta zedelenmiş, şartları ağır bir ateşkes anlaşması imzalanmış, Büyük Savaşın uzun yılları boyunca millet yorgun ve fakir bir durumda. Milleti ve memleketi I. Dünya Savaşına sürükleyenler, kendi hayatlarını kurtarma kaygısına düşerek memleketten kaçmışlar. Saltanat ve hilafet makamında oturan Vahdettin soysuzlaşmış, şahsını ve bir de tahtını koruyabileceğini hayal ettiği çareler araştırmakta. Damat Ferit Paşa’nın başkanlığındaki hükümet aciz, haysiyetsiz ve korkak. Yalnız padişahın iradesine boyun eğmekte ve onunla birlikte kendilerini koruyabilecekleri herhangi bir duruma razı. Ordunun elinden cephanesi alınmış ve alınmakta…”


            Evet, durum hem Samsun’da hem de Vatanın genelinde oldukça kötü ve acı vericiydi. Samsun’daki ilk 5 gün Mustafa Kemal Paşa için bir havayı koklama ve durum değerlendirmesi yapma dönemiydi. Ve Samsun ne içinden ne çevresinden ne de denizden güvenliydi. Yunan gemileri Karadeniz de dolaşıyordu. Samsun adeta Pontus eşkıyasının elinde gibiydi. Halk savaşın bezginliğinden ruhen çökmüştü. Tek dertleri Pontus’çu Rumların saldırılarından kendilerini korumaktı. Aynı zamanda Merzifon dada İngiliz işgal güçleri mevcuttu. Paşa, Samsun’a ayak bastığını en güvendiği arkadaşlarına bildirdikten sonra, 25 Mayıs tarihinde sabahın erken saatlerinde ve sessizce oldukça eski Mercedes-Benz bir araçla Samsun’dan ayrıldı. Şoförüyle birlikte üç arkadaşını yanına alarak yola çıktığı külüstür araç en fazla 15 km. hız yapabilmektedir.  Yollar asfalt olmadığı gibi tarladan bozma toprak yoldur. Yağmurdan iyice balçık haline gelmiştir.Otomobil zaten haraptı, yarım saat bile dayanamadı, arıza yaptı ve yolda kaldı. Paşa ve yanındakiler içininip beklemekten başka çare yoktur. Şoför aracı tamir etmeye çalışırken, yol kenarında bir ağaç altına çekilip, sabırla beklemeleri gerekmektedir.


İşte bu davranış biçimi asla ona göre değildi...


Oturup beklemek, karakterine aykırıydı.


Arkadaşlarına baktı, yürüyebilir misiniz dedi.


Soru sormamıştı aslında, cevap vermelerini beklemeden, döndü, yürümeye başladı.


Mecburen peşine takıldılar, bir saat kadar uzakta Karageçmiş köyü vardı, orada konaklayacak, geceyi atlatacak, sonra tekrar Havza’ya doğru yola çıkacaklardı.


Kafalarında geleceğe dair milyon tane endişe, sessiz sessiz giderlerken, mırıldanmaya başladı...


Dağ başını duman almış


Gümüş dere durmaz akar


Güneş ufuktan şimdi doğar


Yürüyelim arkadaşlar!


Siz de söyleyin diye seslendi gülümseyerek, yorgunluğunuzu alır, güç verir dedi.


Hep birlikte söylediler.


Bu gök, deniz nerede var


Nerede bu dağlar taşlar


Bu ağaçlar güzel kuşlar


Yürüyelim arkadaşlar!


Bir müddet sonra Havzaya ulaşırlar. Bu yolculuğun Mustafa Kemal Paşa için önemi çok büyüktür. Çünkü bu yolculukta o ilk defa halkın içine karışır. Ve bu bitkin ve bezgin fedakâr halkı kazanmak onun için her şeyin üstündedir. Havza günleri Mustafa Kemal için son derece faydalı geçen, umut veren günlerdir.


            Ancak daha ilk günden itibaren, Mustafa Kemal Paşanın halkla olan münasebetinden rahatsız olan İngilizler, hiç vakit geçirmeden 9’uncu Ordu Müfettişinin görevine son verilmesine ve derhal İstanbul’a çağırılmasını istediler. Ve maalesef İstanbul Hükümeti Harbiye Nazırlığı “Maiyeti âlilerindeki istimbotlarından biri ile burayı teşrifiniz rica olunur” içerikli bir emirle Gazi Paşayı geri çağırır. Millî Mücadelenin Büyük Önderi Mustafa Kemal Paşa’nın bu çağrıya tarihi cevabı şöyledir. “Mübarek vatan ve milleti parçalanmak tehlikesinden kurtarmak ve Yunan ve Ermeni emeline kurban etmemek için açılan milli mücadele uğrunda milletimle beraber serbest surette çalışmaya resmi sıfatım ve askeri görevlerim artık mâni olmaya başladı. Bu mukaddes amaç için milletle beraber sonuna kadar çalışmaya bütün kutsal değerlerim adına söz vermiş olduğum, pek aşığı olduğum askerliğe bugün veda ve istifa ettim. Bundan sonra memleketim için her türlü fedakârlıkla çalışmak üzere sine-i millete bir fert olarak hizmet edeceğimi vatanın her köşesine bildiririm.” 08 Haziran1919.


            Mustafa Kemal’in Havzadaki çalışmaları 12 Haziran 1919 tarihine kadar sürmüştür. Bu tarihte Havza’dan hareket eden Paşa, aynı gün Amasya’ya geldi. Halk onu şehrin girişinde karşıladı ve belediyeye gidildi. Belediyenin balkonundan halka ilk konuşmasını yaptı. Ve on gün sonra 22 Haziran 1919 da Amasya Genelgesi yayınlandı. Milletin istiklalini, yine milletin azim ve iradesi kurtaracaktı.


            Daha sonra Erzurum’a intikal edildi. 23 Temmuz- 7 Ağustos 1919 tarihleri arasında düzenlenen kongrede manda ve himaye reddediliyor, ulusal bağımsızlığın koşulsuz olarak gerçekleştirileceği ve millî sınırlar içinde vatanın bir bütün olduğu ilan ediliyordu. 4-11 Eylül 1919 günleri arasında toplanan ve ulusal bir nitelik taşıyan Sivas Kongresindeyse, Osmanlı topraklarının herhangi bir parçasına karşı yapılacak müdahale ve işgale karşı direnme esası meşru kabul ediliyordu.


            Ve 19 Mayıs 1919 sabahı Samsun ufkunda doğan güneş, artık Türkiye Cumhuriyeti’nin de doğumunu müjdeliyordu.


            Ne Mutlu Türküm Diyene.

 

K A Y N A K Ç A:

Ar, Kâmil, N., Kurtuluşun Yolu, 2021, Ekin Yayınevi, Bursa.

Atay, Rıfkı, F., Çankaya, 2020, Pozitif Yayınevi, İstanbul.

Aydemir, Şevket, S., Tek Adam Cilt I-II, 1987, Remzi Kitapevi, İstanbul.

Gürkan, Safa, E., Cumhuriyet’in 100 Günü, İnkılabın Ayak Sesleri, 2023, Mundi Kitap.

42 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page