Sayın Cem GÜRDENİZ yazdı
Türkiye 14 Mayıs 2023 tarihinde seçimlere gidiyor. Seçimler sonrasında 100. Yılındaki Cumhuriyet yeni bir rota belirleyecek. İç siyasetteki dengeler kaçınılmaz şekilde ekonomi, savunma, güvenlik ve dış politikalarımızı şekillendirecek. Gerek iktidar partileri gerekse muhalefet partileri seçimlerin sonucu ne olursa olsun yeni rotayı çizerken önce önlerine Türkiye’nin jeolojik ve jeofizik haritasını koymalıdır. Daha sonra küresel, kıtasal ve bölgesel ölçüde değişen jeopolitik haritayı çalışmalıdırlar. Zira her şey bu haritaya göre şekillenmektedir. Bu çerçeve çizildikten sonra küresel ekonomik (değişimler) haritasına odaklanmalı ve jeopolitik harita ile aralarındaki ilişki hatları belirlenmelidir. Bu süreçlerden sonra 100 yıllık cumhuriyetin iç dinamikleri ile dış dünyanın dinamikleri Türk halkının yaşayan nesilleri ile gelecek nesillerin güvenlik, savunma, refah ve mutluluğu için buluşturulmalıdır. Tüm bu çalışmalar süreci içinde ideolojik çimento kayıtsız şartsız Atatürk’ün belirlediği cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık, laiklik, devletçilik, devrimcilik ilkeleri olmalıdır. Bu ilkeler dünyanın en seçkin coğrafyasında, binlerce yıllık tarihe sahip bir milletin bir arada yaşamasının yegâne reçetesidir. Bu ilkeler dinsel ve etnik ayrışmanın panzehiri; üniter ve laik devletin garantisi, refah ve mutluluk paylaşımının formülü; çağdaş uygarlığa milli imkanlarla erişimin yegâne rotasıdır. Anglo Amerikan güdüm ve kontrolündeki hegemonya, 1938 sonundan bu yana içerdeki işbirlikçileri ile büyük milletimizi bu rotadan uzak tuttu, bizi dinsel ve etnik temellerde böldü. Üretim ekonomisini tüketim ekonomisine dönüştürdü. Atatürk’ten ve kendimize güven duygusundan uzaklaştırdı. Bu süreç artık durdurulmalıdır. Yeniden Atatürk dönemi diğer bir deyişle Atatürk restorasyonu olmadan Toprak Gemi seyrine devam edemez. Çok küçük bir azınlık mutlu ve müreffeh yaşarken büyük çoğunluk acı çekmeye, bedel ödemeye, şehit düşmeye devam eder.
JEOPOLİTİK, JEOLOJİ VE JEOFİZİK
Jeopolitik çerçeve her ne kadar cumhuriyetin 21. Yüzyıldaki rotasını belirlese de bu rotada ilerleyecek Anadolu ve Trakya yarımadalarımız toprak bir gemidir. Toprak gemi de jeoloji ve jeofiziğin kurallarına uymalıdır. Yerkürede tarih boyunca en büyük güç birikim alanı olan Avrasya Adasının tam kalbinde yer alan Türkiye Cumhuriyeti, coğrafi güç alanındaki jeopolitik üstünlüğüne rağmen aynı zamanda jeolojik ve jeofizik riskin en yüksek olduğu fay hatları ve hareketli plakalar ülkesidir. 17 Ağustos 1999 Marmara ve 6 Şubat 2023 Büyük Anadolu Depremleri bu riskin büyüklüğünü çok ağır şekilde Türk milletine ödetmiş ancak öğretememiştir. O nedenle birinci önceliğimiz Toprak Gemiyi jeolojik tehdit ve risklere karşı hazırlamak olmalıdır. Deprem kuşağında yaşadığı halde depremle yaşamayı öğrenmiş Japonya ve ABD gibi devletlerin varlığı ortadadır. Türk milleti bunu bugüne kadar başaramamışsa asıl nedeni çapsız siyaset ve yolsuzluğa bulaşmış inşaat sektörüdür. Jeolojik ve jeofizik gerçeklerle bir arada yaşamak için tedbir almak devletin görevidir. 2023 seçimleri bu yönü ile çok önemlidir. Yeni kadrolar Toprak Gemi’yi geleceğe hazırlamalıdır. Aynen bir geminin fırtına öncesi deniz bağlarına vurulması, su sızdırmaz kaportaların kapatılması, ambar kapaklarının elden geçirilmesi, makine ve yardımcı sistemlerinin fırtına şartlarına; personelinin disiplinli, çevik ve sorumlu şekilde en zora hazırlanması gibi doğa ile yüzleşmeye hazırlanmalıdır. Gemi denizde ne kadar dayak yerse yesin içinde kimsenin ölmemesi, yaralanmaması, hareketli hiçbir malzemenin yerinden oynamaması hedeflendiği gibi toprak gemi Anadolu da fay hatları ve deprem ile uyumlu yapılaşmayı ve can kayıplarının önlenmesini hedeflemelidir.
BİRİNCİ JEOPOLİTİK ÖNCELİK: MİLLİ BİRLİK
Türkiye’nin en önemli jeopolitik önceliği iç cephede birlik ve beraberliği sağlamasıdır. Bunu sağlayacak tek reçete Atatürk’te ve kurucu ilkelerde buluşabilmesidir. Cumhuriyetin, kontrol/denge mekanizmaları ve hesap verilebilirliği güçlendirilmiş demokrasi ile sürekliliği; Irksal temele dayanmayan Atatürk milliyetçiliği içinde Türk üst kimliğinin ve üniter yapının korunması; Mülkiyet ile hür teşebbüs haklarını koruyan ancak refahın eşit ve dengeli paylaşımını sağlayan paylaşımcı ve halkçı sosyal ekonomik düzenin kurulması; Dinin artık maskaralık ve ezoterik seviyelerde sömürüldüğü; dinin ve kutsal değerlerin siyasetin her alanında tüm gücü ile çıkar ve baskı gruplarının emellerine alet edildiği günümüzde vicdan alanına geri gönderilerek devletin yeniden laikleşmesi; Planlı üretim ekonomisinin merkeze oturtulduğu ve gerek planlama gerekse icrada devletin belirleyici irade olduğu; sürekli kendini yenileyen ve devinim sağlayan devrimci bir Türkiye reçetenin esasıdır.
KÜRESEL JEOPOLİTİK DOĞRU OKUNMALIDIR
Bu reçetenin uygulanmasında asıl olan küresel, kıtasal ve bölgesel jeopolitiğin doğru okunmasıdır. Zira bugün için Türkiye’de hâkim olan Anglo Amerikan (Atlantikçi) hegemon baskı, 1947 Truman Doktrini sonrasında yukarıda özetlediğim reçeteyi uygulatmamak için harici ve dahili bedhahlar ile yıkıcı, ayrıştırıcı, dinci ve bölücü siyaseti etkinlikle uygulamıştır. Cumhuriyetin 100. Yılında iç cephe çok kırılgandır. Bir yanda FETÖ, diğer yanda PKK; bir yanda akıl ve bilime düşman dinci tarikatlar diğer yanda ahlak sistemimizi allak bullak eden batı kaynaklı yozlaşmış kültür bombardımanı büyük milletimizi parçalıyor. Kutuplaşma had safhadadır. Yolsuzluk, usulsüzlük, nepotizm, niteliksizlik ve liyakatsizlik Osmanlının çöküş döneminde bile görülemeyecek boyutlardadır. 2002 yılında hegemonya iradesine uyum sağlamak üzere ABD/AB desteği ile iktidara gelen partinin, başta Balyoz ve Ergenekon kumpaslarına destek vererek milli ordunun tasfiyesine neden olmasına; KKTC’de askeri varlığımızı yok edecek Annan Planına ve Ege’de Yunanistan’a avantaj sağlayan tüm güven ve güvenlik artırıcı tedbirlere evet demesine; Dönemin Meclis Başkanının Yunan Bayan Meclis Başkanına Ankara Ziyareti esnasında 12 mil ilanını önleyen Casus Belli kararımızı en kısa zamanda kaldıracağız demesine; Habur Kapısında PKK teröristlerine nerdeyse af çıkarılırcasına ülkeye kabul edilmesine ve buna benzer Anglo Amerikan hegemonyanın her isteğine uyum sağlayan teslimiyetçi ve tavizkar politikalara rağmen hegemonya tatmin olmamış, daha çok istemiştir. İktidar, 15 Temmuz 2016 tarihinde FETÖ örgütü üzerinden Anglo Amerikan hegemonyanın silahlı saldırısına uğramış ve savunmaya geçmiştir. Hegemonya kendi jeopolitik ve ekonomik hedeflerini her şeyin üstünde tutar. Hegemonyanın acımasızlığı ülkemizde din temelli eski iki iktidar ortağından birisi olan FETÖ mensuplarını devlete saldırtacak kadar düşmanlaştırması ile anlaşılabilir. Bugün halen FETÖ’nün üst seviye siyasetçilerine adli işlemler başlatılmamıştır. Buradan şu sonuç çıkarılmalıdır, Anglo Amerikan hegemonya Anadolu yarımadasındaki jeopolitik hedefleri tehlikeye düştüğü anda hedef ülkede darbeler, tasfiyeler ve gerekirse kan dökmeyi göze alır. Son tahlilde de vasallarını kullanarak dış cepheden güç intikalini de göz ardı etmez. Ukrayna örneği ortadadır. Kuzeyimizde Amerikan çıkarları uğruna bir devlet ve bir millet yok oluyor. Türkiye seçimlere giderken muhalefetin bu yaşananlardan büyük dersler çıkarması gerekir. Muhalefetin Anglo Amerikan hegemonyayı temsil eden partiler ile Türk halkına ve tarihimize rağmen çizeceği, FETÖ ve PKK yanlısı tüm rotalar iflasa mahkumdur. Türkiye 2002- 2014 arasında zaten bu rotayı denedi ve tarihinin en büyük jeopolitik kayıplarının sınırından döndü. Unutulmamalıdır ki tarih akıllılar için tekrar etmez.
KÜRESEL, KITASAL VE BÖLGESEL JEOPOLİTİK KOŞULLAR
Galileo’nun 1633’te dünyanın güneşin etrafında döndüğü iddiasından vazgeçmemesi üzerine ölüme mahkûm edildiği anda heyete ‘Ve yine de hareket ediyor’’ demesi gibi bugün de ‘’Ve yine de Anglo – Amerikan hegemonya son buluyor’’ diyebiliriz. Olgular bizi bu sonuca götürüyor. ABD’nin kenar kuşak politikası yara alıyor. Bu yaraları batı Avrupa’da NATO üzerinden yamalamaya çalışsa da, Asya’nın özellikle Çin ve Hindistan’ın büyük ekonomik uyanışı, okyanuslara bağımlı Asya ticaretinin Avrasya adası içinde gerek BRI (Kuşak ve Yol), NSITC (Murmansk-Mumbai -Kuzey Güney Hattı), gerekse Türk dünyasının Orta Koridoru (Hazar- Bakü-Tiflis -Kars Deniz ve Demiryolu) ile her sene büyüyen Arktik deniz ulaştırma rotaları üzerine kayması, kenar kuşak üzerinden kıtaya itilen Asya adasına çok kutuplu dünya düzenini kurmak için büyük fırsat sağlıyor. Üretimde, ticarette Atlantik’i geçen Asya güçleri ABD hegemonyasını derinden sarsıyor. Dolar ile ticarette gerileme başladı. BRICS büyüyor. Ukrayna Savaşı ile Batı Avrupa, NATO ve AB üzerinden Anglo Amerikan hegemonyaya tam entegre olsa da bu zoraki evliliğin ne kadar süreceği belli değildir. Uğruna 29,000 Amerikalının öldüğü Fransızlar, Normandiya çıkarmasından 22 yıl sonra 1966’da Amerikalılara kapıyı göstermişti. Her yönüyle Amerikan baskısı ve aşağılaması karşısında Almanların yarın ne yapacağını bilemeyiz. Bilinen Almanya’nın ABD isteği çerçevesinde tehlikeli bir şekilde yeniden militarizasyonu ve silahlanmasıdır ki havuç olarak orta ve doğu Avrupa’da etki alanı oluşturması gösterilmektedir. Okyanuslara çıkmadığı ve deniz gücü olamadığı sürece Almanya’nın tek başına prestijli tankları ile karadaki gücünün bir anlam taşımayacağını ayrıca söyleyelim. Diğer yandan İngiltere’nin gözü kapalı Rusya düşmanlığını bu ülkenin coğrafyası, askeri güçsüzlüğü ve ekonomik gerilemesi dikkate alındığında doğal karşılayabiliriz. Rusya ile yakınlaşan bir Almanya ve Fransa İngiltere’nin nefes borusunu tıkar. Artık ABD’den başka güveneceği kimse kalmamıştır.
KARADENİZ JEOPOLİTİĞİ
ABD için Avrupa’da en önemli hedef Rusya’nın Kuzey Denizi, Baltık, Adriyatik, Akdeniz ve Karadeniz’den çevrelenecek bir yay içinde tutulması ve kan kaybedecek şekilde oyalanmasıdır. İsveç, Finlandiya, Polonya, Almanya, Romanya, Arnavutluk, Yunanistan bu yay içinde ABD’nin kullandığı elverişli vassallarıdır. Ancak askeri konuşlanma açısından kimse Polonya, Romanya ve Yunanistan ile yarışamaz. Bu yayı tamamlayacak Ukrayna sağladığı ucuz kan ile Anglo Amerikan jeopolitiğinin sadık ve güvenilir fedaisi olduğunu ispat etmiştir. Yeni ucuz kan depolarına ihtiyaç vardır. Moldova ve Gürcistan kuliste tutulmaktadır. Ancak deniz köprüsü (sea lift) bu tip savaşlar için esastır. Ucuz kan ile cephane deniz üzerinden buluşur. Eğer Ukrayna Polonya ile komşu ve Polonya’nın Baltık Limanları olmasaydı Ukrayna Savaşı bu kadar uzamazdı. Deniz her şeydir. Savaş henüz okyanusa ve denize intikal etmemiştir. Denizde savaş başladığı anda artık 3. Dünya Savaşı gerçekten başladı diyebiliriz. Karadeniz’e mücavir Moldova karaya kitlidir ancak komşuları Romanya’nın limanları ile Polonya limanları vasıtası ile Ukrayna üzerinden batının cephanesini alabilir. Diğer yandan Gürcistan, Ukrayna benzeri bir savaşta kaybetmeye adaydır. Zira coğrafi olarak kuşatılmıştır. Durumu deniz köprüsüne uygun değildir. Tek lojistik destek yolu Karadeniz’dir ve Türkiye aktif tarafsız bir devlet olarak Türk Boğazlarını Gürcistan’ın Anglo Amerikan vassalı rolüne soyunması halinde Ukrayna’da olduğu gibi kullandırtmaz. Ukrayna Savaşı, Karadeniz’de Montrö Sözleşmesinin hayati önemde olduğunu iktidara ve muhalefete öğretti. 104 Amiral Montrö Basın Açıklaması olayında göz altına alınan 10 kişiden ilki olmamın verdiği özgüvenle söylemem gerekir ki, Montrö Sözleşmesi olmasaydı bugün Türkiye, Anglo Amerikan cephenin baskıları ve kışkırtmasıyla belki de Rusya ile savaştaydı. (Ve ne yazıktır ki ben hala diğer Amiraller ile yargılanmaya devam ediyorum. MSB direktifleri ile Deniz Orduevlerine ve canımdan çok sevdiğim savaş gemilerine giremiyorum.) Geleceğin yeni hükümetine tavsiyemizi hatırlatalım: ‘’Türkiye batıdan ve güneyden Atlantik güçleri ve vassalları ile kuşatılmıştır. Bu kuşatma gelecekte silahlı çatışmaya ve ablukaya dönüştüğünde Türkiye’nin kesintisiz deniz ulaştırmasına açık tek alanı Karadeniz olacaktır. Karadeniz, Ukrayna ve Gürcistan NATO üyesi olursa ve Montrö Sözleşmesi ortadan kalkarsa Türkiye’ye en büyük engellerden birisi olur. O nedenle Karadeniz her koşulda Atlantik güçlerinden uzak tutulmalıdır. Bu nedenle Montrö’ye iki el ve on parmağınızla sarılın. Tek maddesini bile yumuşatmayın. Tartışmaya açmayın. Kanal İstanbul Projesinden de vaz geçin.’’
KAFKASYA JEOPOLİTİĞİMİZ
Türkiye’nin Orta Asya ile Hint alt kıtası ve Çin ekonomik alanlarına ulaşımının giriş noktalarından en önemlisi olan Kafkasya havzası da jeopolitiğimizin öncelikli alanları arasındadır. Karabağ Bölgesinde Azerbaycan’ın stratejik kazanımları her koşulda korunmalı ve Zengezur Koridorunun hayata geçirilmesi için diplomatik çabalar artırılmalıdır. Rusya’nın Ukrayna Savaşı nedeniyle kan kaybettiği bir durumda Ermenistan’ın batıya yanaşacağı ve Türkiye ile Azerbaycan’a karşı hamle yapması beklenmelidir. Rusya’nın zayıfladığı mevcut ortamda Gürcistan’da geçen hafta denendiği gibi Ermenistan’da da Rusya, Azerbaycan ve Türkiye karşıtı kışkırtmalar her an çıkarılabilir. Diğer yandan İsrail’e her geçen gün yaklaşan Azerbaycan’ın Türkiye’nin kontrolü dışında İran ile bir çatışma sürecine girmesine çok dikkat sarf edilmelidir. İsrail kendi güvenliği için çevresinde emniyet kuşakları yaratmıştır. Ancak yakın ve açık tehdit gördüğü İran’ı henüz dengeleyememiştir. Bunun için milliyetçi kışkırtmalar üzerinden Azerbaycan’ı İran ile düşmanlaştırmak İsrail’in stratejisi dahilinde olabilir. Son günlerde yaşanan İran Suudi Arabistan yakınlaşması ve bu başarının Çin arabuluculuğu ile sağlanmış olması ABD ve şahin İsrail kanadının yeni bir kriz çıkarma şevkini artıracaktır. Azerbaycan’ın İran ile çatışması Türkiye’yi tarafsız tutamaz. Böylesi bir senaryo şüphesiz Ermenistan ve Anglo Amerikan cephenin son derece yararına Türkiye’nin mevcut küresel konjonktürde son derece aleyhine olur. Diğer yandan İran’ın nükleer silah sahibi bir devlet olması da kabul edilemez. Böyle bir durum söz konusu olduğu takdirde Türkiye de 10. Maddesi gereğince Nükleer Silahlanmanın Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması (NPT)’den ayrılarak nükleer silah sahibi bir devlet olmaya yönelebilir.
ENERJİ JEOPOLİTİĞİ
Türk jeopolitiğini kenar kuşak dışında etkileyen bir diğer faktör enerji jeopolitiğidir. Türkiye günde 800 bin varil petrol, 250 milyon metreküp doğal gaz harcayan bir devlettir. Enerjide tamama yakın dışa bağımlıdır. Ancak enerji zengini doğu ile sınırdaştır. Çevremizdeki ülkelerden kara ve deniz boru hatları ile doğal gaz ve petrol alımı yapabiliyoruz. Bu durum Anadolu topraklarını dünyanın sayılı enerji nakil coğrafyasına dönüştürmüştür. Büyük bir avantajdır. Rusya’nın Trakya’da doğal gaz dağıtım şebekesi kurulmasını önermesi de bu kapsamda çok değerli bir seçenektir. Ancak bu fırsata rağmen Türkiye son 5 yılda enerji kaynak çeşitliliği maskesi altında FSRU (Depolama ve Gazlaştırma) gemilerine mahkûm edilmiştir. Bu gemilerin savaş zamanı ne büyük tehlike yaratacağı izahtan varestedir. Küçük çaplı bir nükleer bomba tesirine sahip bu gemileri İskenderun Körfezine, Saroz’a ve Aliağa’ya kabul eden zihniyet ABD’nin sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) tekeline boyun eğmiştir. Diğer yandan Türkiye’nin Akdeniz ve Karadeniz’de deniz dibindeki enerji kaynaklarından faydalanma zamanı çoktan gelmiştir. Ancak 2020 yılında yaşanan AB ve ABD tehditlerine Akdeniz’de boyun eğilmiştir. Akdeniz’de sismik ve sondaj faaliyetlerinden güzel haber almak bir yana faaliyet haberi dahi alınamıyor. Bu arada Güney Kıbrıs Rum Devletinin 2007’de hukuksuz şekilde ilan ettiği 13 sahanın pek çoğunda sondaj aşamasından üretim aşamasına geçildi. Türkiye acilen Doğu Akdeniz’de 18 Mart 2020 tarihinde BM’ye deklare ettiği Kıta Sahanlığı içinde sismik ve sondaj faaliyetlerine geçmelidir. Diğer yandan Libya ile 2019 Kasım ayında yapılan deniz sınır mutabakat muhtırası ile iş birliği protokolünün içi doldurulmalıdır. Libya’nın kendi yetki alanında sismik ve sondaj faaliyetleri yapmasına destek sağlanmalıdır. Yunanistan’ın ve AB’nin Libya’ya baskı yapmasına izin verilmemelidir. Libya Türkiye ve Mavi Vatan için Doğu Akdeniz’deki en değerli müttefik ve coğrafyadır. Her koşulda desteklenmeli ve asla terk edilmemelidir. 2011 yılında Libya’da, 2013 yılında Suriye’de Anglo Amerikan hegemonların yanında yer alan iktidarın yaptığı jeopolitik hatalar sanırım gelecek iktidarların kulağına küpe olmuştur. Türk tarihinde üst üste bu denli çok sayıda jeopolitik intihara kolay rastlanmaz.
İSRAİL JEOPOLİTİĞİ
Türk jeopolitiğini ilgilendiren konuların başında İsrail gelmektedir. Zira İsrail, stratejik derinliği olmayan bir devlet olarak Amerikan şemsiyesi altında hem Ortadoğu enerji jeopolitiğinde hem de kenar kuşak jeopolitiğinde rol oynayan belirleyici aktörlerin başında gelmektedir. Saldırganlığı Amerikan güvencesi altında sorgulanmayan İsrail’in Türkiye’yi ilgilendiren en önemli jeopolitik hamleleri Doğu Akdeniz’de Yunanistan ve GKRY cephesindeki tutumu ile Türkiye’nin güneyindeki kukla Kürt devletçiğinin kurulmasına olan katkılarıdır. Halbuki gerek Sefarad gerekse Eşkanazi Yahudilerini tarihin her döneminde pogromlardan kurtaran Türkler olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu ekalliyeti içinde yaşayan Yahudi cemaati de Osmanlının duraksama ve çöküş dönemlerinde Ermeni ve Rumların aksine Osmanlı’ya karşı ayaklanmayan en sadık millet olmuşlardır. Yani tarihimizde karşılıklı kan dökülmemiştir. (2010 yılında iktidarın çok yanlış bir kararı ile oluşan Mavi Marmara Olayı hariç) İsrail Türkiye ilişkileri yeni jeopolitik dönemde karşılıklı çıkar dengeleri üzerine oturmalıdır. Filistin sorununun iki devletli çözüm merkezinde sona ermesi için Türkiye desteklerine devam etmeli ancak Filistin sorununun din temelli siyasi platforma çekilmesine ve terör örgütlerine yakın duran dini cemaatlerin sömürü ve kışkırtma alanına girmesine izin vermemelidir. Türkiye dış politikasında laik bir devlet olmanın kurallarına göre hareket etmelidir. İsrail de Türkiye ile 21. Yüzyılda iş birliği istiyorsa jeopolitik hassasiyetlerimize saygı duymalı ve kışkırtmalara alet olmamalıdır.
SURİYE VE IRAK JEOPOLİTİĞİ
Türkiye ABD’nin Irak’a saldırdığı harekatta 1 Mart 2003 tezkeresine hayır diyerek hem Irak halkı hem de kendi tarihimiz için doğru karar vermiştir. Ancak aynı hassasiyeti Suriye müdahalesinde göstermemiş ve dinsel motiflerle hareket ederek hayal dışı hedefler odaklanmıştır. (Emevi camiinde namaz kılma hedefi gibi) Diğer yandan Irak cephesinde Ankara birincisi 1991 de ikincisi 2004 ten sonra olmak üzere iki jeopolitik hata yapmıştır. İlkinde Çekiç Güce izin vermiş; İkincisinde de IKBY (Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi) topraklarını Türk sermayesi ile imar ve mamur etmiştir. Yani kendi içindeki kanserin metastaz yapmasına izin vermiştir. Aynı yıllarda Annan Planına evet demekle eş değer olan bu jeopolitik intiharı anlamak mümkün değildir. Suriye ile 2013 sonrası başlayan düşmanlık ise tarihimizde örneği az görülecek büyük bir göç felaketini doğurmuştur. Bu göçün yarattığı maddi ve manevi etki zarar verici boyutlardadır. Demografik etkinin sonuçları gelecek on yıllarda ortaya çıkacaktır. Büyük Anadolu depreminden sonra en çok hassasiyet gösterilmesi gereken konu şüphesiz Suriye ile ilişkilerin normalleşmesi ve Suriye topraklarını ABD/AB desteğinde kurulacak kukla Kürt devletine her koşulda reddetmek olmalıdır. Zira bu devlet IKBY ile birleştiği takdirde Türkiye’nin su ve ziraat alanı güneydoğumuzun anavatandan koparılma süreci hızlanır. Unutulmamalıdır ki ikiz yasalar olarak bilinen ‘Medenî ve Siyasî Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’’ ile ‘’Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’’ 2003 yazında TBMM’den geçti. Bu yasaya göre ‘’bütün halklar kendi kaderlerini tayin etme hakkına sahiptirler. Bu hak gereğince halklar kendi siyasal statülerini özgürce kararlaştırırlar ve ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmelerini özgürce sağlarlar…. Bütün halklar, kendi amaçları doğrultusunda, karşılıklı yarar ilkesine dayanan ekonomik iş birliği ve uluslararası hukuktan doğan yükümlülüklerine halel getirmemek kaydıyla, kendi doğal zenginlik ve kaynaklarından özgürce yararlanabilirler. Bir halk hiçbir durumda, kendi varlığını sürdürmesi için gerekli olanaklardan yoksun bırakılamaz…Bu sözleşmeye taraf olan devletler, halkların kendi kaderini tayin etme hakkının gerçekleştirilmesini kolaylaştıracaklar ve bu hakka saygı göstereceklerdir.’’ Türkiye’nin gelecekte en önemli ihtiyacı su ve gıda olacaktır. Eğer bu yasalar sayesinde Güneydoğumuzda federal bir yapı kurulursa şüphesiz bu yapı kısa süre içinde Türkiye’den kopma ve Suriye, Irak ve İran Kürdistanı ile birleşmeye meyleder. Anadolu su ve gıdadan koptuğu gibi, İskenderun Körfezi üzerinden istilalara açık hale gelir. Muhalefetin ve iktidarın güneydoğu jeopolitiğini iyi anlamasını hatırlatmak görevimizdir.
YUNANİSTAN JEOPOLİTİĞİ
Yunanistan kurulduğu 1830’dan bu yana megali idea olarak bilinen yüksek ideale inanmış ve milli güç unsurları ne olursa olsun bu hayalden kopmamış bir devlettir. Bu yönü sosyo psikiyatrinin ilgi alanına girmekle birlikte, amaçları için her dönem hegemonların şemsiyesi altına girmiş ve Anadolu’ya zarar vermiştir. Lozan’da Türklere Anadolu’yu bıraktıklarını ve karşılığında Ege ve Akdeniz’i aldıklarına inanmışlardır. Onlara göre denizler tamamen Yunanındır. Türkler Mavi Vatan ile 21. Yüzyılda karşılarına çıktığında inanılmaz öfkelenmişler ve AB ile ABD’nin kollarına atılmışlardır. Hegemonyanın da bu durum işine gelmiştir. Zira Türk korkusu üzerinden Yunanistan ve GKRY Amerikan garnizonuna dönüşmüş ve tarihte örneği görülmeyecek düzeyde geleneksel sol kültüre sahip iki devlette Amerikan hayranlığı yayılmıştır. Bu sayede Yunanistan’daki Dedeağaç ve Girit üsleri başta olmak üzere Ege Denizi ve Akdeniz Süveyş yaklaşımları gibi stratejik alanlarda Rus deniz gücünün izlenmesi ve gerektiğinde imha edilmesinin olanakları sağlamlaştırılmıştır. Bu üslerde bulunan Amerikan kuvvetlerinin varlığı aynı zamanda Türk Yunan savaşı çıktığında Türk Askeri karar vericilerinin taarruz emrini engelleyecek bir konum yaratacaktır. Bu pasif caydırmayı arkasına alan Yunan kuvvetleri Türkiye’ye serbestçe saldırırken, inisiyatif almak istemeyen komuta kademelerinin kararsızlığını sömürebilecektir. Bu nedenle olası bir krizde Türk Silahlı Kuvvetlerine en gevşek angajman tedbirleri verilmeli ve inisiyatif kullanma teşvik edilmelidir. (Depremden ders çıkarılmalıdır.) Yunanistan’ın Türkiye ile barış içinde yaşamasının temel koşulu denizdeki Türkü kabul etmesidir. Mavi Vatan sınırlarımıza saygı duyan; 12 mil genişleme kararını aklına bile getirmeyen; Kardak benzeri gri statüdeki adaları hukuk yolu ile müzakere etmeye hazır olan; hava sahası sınırlarını 10 milden 6 mile geri çeken bir Yunanistan ile barış içinde yaşayabiliriz. Bugün cumhuriyetimizin yüzyılında Toprak Gemi Anadolu’nun kıta sahanlığındaki devamı olan Mavi Vatan üzerinden yeni bir dönemi başlatan Türkiye’nin denizlere çıkması, deniz gücü olması, denizcilik gücünü geliştirmesi ABD, AB ve içimizdeki mandacı lobi tarafından istenmiyor. Seville haritası ile karaya sıkıştırılmayı kabul eden bir Türkiye istiyorlar. Türkiye’nin 21. Yüzyılda Akdeniz dışına çıkmasını, Kızıldeniz, Kuzey Afrika, Basra Körfezi, Arap Denizi gibi periferiye çıkmasına tahammül bile edemiyorlar. Onlara içerdeki emperyalizm dostları ile vizyonları ancak ufuk hattı kadar olan sözde aydınlarımızdan bir kısım da alkış tutabiliyor. Unutmayalım ki 100 yıl önce de Mareşal Fevzi Çakmak, Cumhuriyet Donanmasının Marmara dışına çıkmasına izin vermezdi. Türkiye bu tutucu karacı devlet anlayışını kırmıştır. Artık geri dönüş yoktur. Yunanistan Ege ve Akdeniz’de Türkiye’nin karşısına çıktığı takdirde uzun soluklu bir savaşı göze almış demektir. Bu savaşın her iki tarafa da fayda sağlamayacağını ancak savaşın sonucunu kaynakları çok olan tarafın kazanacağını söyleyebiliriz. Sırtını Atatürk’ün yaptığı gibi Asya’ya dayamış bir Türkiye böyle bir savaşta yenilmez.
KKTC VE MAVİ VATAN JEOPOLİTİĞİ
Türkiye denizden kıtaya itilmek istenen bir devlettir. Anglo Amerikan jeopolitiği Türk dünyasını denizde istemez. Okyanuslara çıkmasını asla istemez. Bunun en yakın ispatı kumpas davalarda FETÖ ve işbirlikçilerinin 2 yılda (2011-2013) 40 Amiral ve 400 en iyi deniz subayını tasfiye etmesidir. Türkiye’yi açık denizlere çıkarmak isteyen ve milli menfaatlerini önceleyenlerin kellesi alınmıştır. Gelecekte hegemonyanın Türk deniz gücüne çıkaracağı engeller ve baskılar devam edecektir. Bu uğurda gerekirse Türk Yunan savaşını çıkartmaktan geri adım dahi atmazlar. Türkiye’nin gücünü örselemek ve AB’nin Seville haritasına rıza göstermesini sağlamak asıl hedeftir. Bu hedefi başarabilmek için KKTC’nin de bağımsız varlığının sona erdirilmesi istenir. Unutulmamalıdır ki KKTC’deki askeri varlığımız ikinci donamamızdır. Ege’de geri çekilme durumunda kaldığımız takdirde deniz ulaştırmamızı sağlayacağımız Mersin – İskenderun ekseni KKTC elimizde kaldığı sürece emniyette olacaktır. Türkiye gelecekte büyük bir hegemon ile savaşsa dahi Karadeniz ve Akdeniz eksenleri deniz ulaştırmamızın devamını sağlayacaktır. O halde KKTC ve askeri varlığımız Anadolu ve Cumhuriyet var oldukça devam etmelidir. KKTC’nin 1983’ten bu yana devam eden bağımsız varlığı bu devleti kimse tanımasa bile Mavi Vatan’daki egemenliğimiz için sürdürülmelidir. Türk yatırımcısı 2004 sonrası Kuzey Irak’a Erbil’e Süleymaniye’ye yaptığı yatırımların onda birini bu devlete yapsaydı bugün çok şey değişirdi. Maalesef Dışişlerinin Atlantikçi kadroları bu yapılanmaya izin vermediler. Adada sadece kumarhane ve eğitim sektörüne yatırım yapıldı. Tarım, sanayi tamamen ihmal edildi. Bugün koskoca adada sadece bir adet küçük onarım tersanesi mevcuttur. Ada devletinin bol balık kaynaklarına rağmen büyük balıkçı filosu yoktur. Deniz ticaret filosu da yoktur. KKTC’nin Anglo Amerikan ve AB propagandası ile federal çözüm maskesi altında bağımsızlığından uzaklaşmasına içimizdeki mandacı ve AB muhiplerine rağmen izin verilmemelidir. Adanın jeopolitik değeri gelecek kuşakların güvenlik ve refahı için çok büyüktür. Yeni dönemde en büyük gayret KKTC’nin tanıtımına ayrılmalı ve adada Türk yatırımları artırılmalıdır. Ayrıca başta İngilizler ve İsrailliler olmak üzere adada yabancıya arazi satışı kontrol altına alınmalı ve yasaklanmalıdır. Mavi Vatan ve Yavru Vatan, Ana Vatan ile bir bütündür. Bu bütünlük bozulmamalıdır. Diğer yandan adanın kendine has sosyal dengeleri Türkiye’den ihraç edilen dinci yapılanmaya feda edilmemeli, kendine has demokratik ve laik özellikleri korunmalıdır. Aynı şekilde geçmişte Yes Be Annem politikaları sonucu büyük bir aşağılık kompleksi ile GKRY’ye verilen tavizler geri alınmalıdır.
TÜRKİYE VE BÜYÜK DEVLETLER İLE İLİŞKİLER
Türkiye muhteşem coğrafyası ile Ukrayna Krizinde yaşandığı üzere aktif tarafsızlık politikasını uygulayacak her tülü enstrümana sahiptir. Montrö Sözleşmesi, coğrafi konumu, savunma sanayi olanak ve yetenekleri, nüfusu, üretim gücü, çalışkan halkı, ekonomisinin büyüklüğü gibi faktörler Türkiye’nin hiçbir askeri blokla entegre olmadan tam bağımsız bir askeri strateji uygulayabileceği şartları bu yüz yılda sunuyor. Bugün NATO’da olmasına rağmen NATO’nun sadece askeri tatbikatlarına katılan Türkiye, Macaristan ile birlikte Rusya karşıtı yaptırımlara katılmıyor; İsveç ve Finlandiya üyeliğini bekletebiliyor, Rusya ile son derece dengeli ve faydalı bir işbirliği örneği ortaya koyabiliyor. Bu durumda Türkiye’nin NATO üyesi olmasıyla olmaması arasında hiçbir fark yoktur. Benzer şekilde Türkiye batının çevrelemesi sonucu gücü azalan, Ukrayna Savaşı nedeniyle dengeleri bozulan Rusya’dan ne işgal ne de ülke içine siyasi müdahale tehdidi bekliyor. Aynı durum diğer büyük güç Çin için de söylenebilir. Ancak Türkiye başta ABD ve AB ülkeleri olmak üzere batılı devletlerin sürekli düşmanca niyet, tutum ve hareketi ile karşı karşıya kalmaktadır. ABD ve AB Türkiye’den dört temel alanda geri çekilmesini istemektedir. 1. KKTC’den vaz geç ve askerini geri çek. 2. Mavi Vatandan vaz geç ve Seville haritasına evet de. 3. Güneyinde kukla Kürt devletine izin ver ve PKK takipçisi ayrılıkçı Kürtleri de buraya ekle. 4. Montrö Sözleşmesini Rusya aleyhinde tadil et ve Rusya ile düşman ol. Diğer tali alanlar ise 10 başlıkta özetlenebilir. 1. Çin’in topraklarından ekonomik ve askeri alanda yararlanmasına izin verme. 2. Ermenistan’ın tüm hakaret ve iftiralarına rağmen soykırımı kabul et ve sınırını aç. 3. Azerbaycan’ın Karabağ’da Ermeniler aleyhinde hak iddia etmesine dur de. 4. İran ile İsrail savaştığında bizim yanımıza geç ve İran ile savaş. 5. Libya’da askeri varlık gösterme. 6. Yurt dışındaki askeri üslerini benden izin almadan kurma. 7. NATO’da ben ne dersem onu onayla. 8. Rusya ve Çin’den silah alma. 9. FETÖ’ye kollarını tekrar aç. 10. Rus gazı yerine Amerikan LNG kaynaklarını ithal et. Bu koşullar altında Türkiye’nin jeopolitik çıkarlarını korumak NATO üyeliğimize kalmışsa durum vahim demektir. Zira mevcut ilişki sürdürülebilir değildir. Altımızı oyan bir ittifakın üyeleri ile savaşa girmek intihar ile eş değerdir. Türkiye 21. Yüzyılda pek ala aktif tarafsız bir devlet olarak bağlantısız bloksuz varlık gösterecek gelişmişliğe erişmiştir. Artık dünya hibrid savaşlar dönemine girmiştir. Nükleer stratejinin üçlüsü (Denizaltı füzeleri SLBM, Kara Füzeleri ICBM ve Uçak füzeleri SAC) döneminin yerini siber saldırılar, dronlar ve özel kuvvetler aldı. Türkiye her açıdan bu yönde de güçlü damarı ve olanakları olan bir devlettir. Son 20 yılın büyük erozyonuna, ordunun tasfiye ve siyasallaşma süreçlerine rağmen temel sosyo genetik kodlar değişmemiştir. Benzer durumları Balkan Savaşı ve Birinci Dünya Savaşında yaşadık. Yokluk ve sefalete, iç çekişme ve kavgalara rağmen önce Kurtuluşu kazandık sonra da Cumhuriyeti kurduk. Gerekirse bir daha kurarız. O gün bir tane Mustafa Kemal Atatürk vardı bugün milyonlarcası var. Son bir hatırlatma, 100. Yıl seçimlerinden sonra kurulacak yeni Türkiye idealist değerler üzerinde kurulmalı ve yükselmelidir. Sağ taassup üzerine dini motifler ile kurulan 1980 sonrası hükümetlerin hepsinin yolsuzluk, usulsüzlük ve maalesef örgütlü kötülükte rekor kırdıklarını görünce barışı ve huzuru temsil eden dine ne büyük kötülük yapılmış olduğunu görüyoruz. Yeni dönem akıl, bilim, vefa, cesaret, erdem ve namus üzerinde kurulmalıdır. Bu çerçevede siyasi partiler kanunu ile seçim kanunu ivedilikle değiştirilmeli, yolsuzlukla devlet üzerinden zenginleşen tüm siyasetçiler ve bürokratlar servet sahipliklerini ispat etmelidirler. Eğer bu süreç yaşanmaz ise gelecekte seçilecek her siyasetçi ben seçilmişim ve devlet üzerinden zenginleşme hakkım doğmuştur diyerek geleceğimizi karartmaya yoz bir döngü içinde devam edeceklerdir. Tarih akıllılar için tekrar etmez. Türk insanı akıllı ve çalışkandır.
Comments